8 Temmuz 2015 Çarşamba

Enerji Sektörü Tarihi ve Onun Rekabet Hukuku Bağlantısı


1. Giriş

1850 tarihinden itibaren günümüze kadar geçen süre içinde enerji sektöründe yaşanan gelişmelere bakıldığında, sektörün yapısını kökünden değiştiren iki benzer örüntünün olduğu görülmektedir. Bunlar; 1871 tarihinde Standard Oil Ohio’nun (Standard Oil) ortaya çıkışı ve onun enerji sektöründe neden olduğu büyük konsolidasyon ile 1998 yılında başlayan ve yaklaşık 18 ay boyunca tüm dünyayı kasıp kavuran Asya krizinin enerji sektöründe neden olduğu ikinci büyük konsolidasyondur.

Bu iki örüntünün ilkinde, petrolün varil fiyatının, petrol arz-talep dengesinin bozulması ve ortaya çıkan arz fazlası nedeniyle 48 cent seviyesine düşmesi, bir başka ifade ile aynı tarihlerde varili 51 cent olan içme suyundan daha ucuz hale gelmesi sonucunda petrol endüstrisinde yaşanabilecek topyekûn batışın önüne geçmek isteyen Standard Oil’ın neden olduğu bir hayatta kalma mücadelesi vardır.

İkinci örüntüde ise Asya krizi nedeniyle düşen petrol talebinin petrol fiyatlarını 6 dolar seviyesine indirmesi ve bu nedenle enerji şirketlerinin gelirlerinin azalmasının yanında kolay petrol projelerinin yerini finansal açıdan daha maliyetli, daha kaliteli insan kaynağı gerektiren, daha fazla know-how isteyen ve daha zor coğrafi şartlarına sahip projelere bırakması ile ortaya çıkan ölçek ekonomisi ihtiyacı ile başlayan ikinci büyük konsolidasyon hareketi bulunmaktadır.

Bu iki örüntünün etkisi o kadar geniş çaplı olmuştur ki dışarı doğru genişleyerek giden dalgalardan en fazla etkilenen alanlardan birisi de rekabet hukuku olmuştur. İlk örüntü sonucunda ortaya çıkan konsolidasyon neticesinde modern rekabet hukukunun doğumu gerçekleşmiş; ikincisinin sonucunda da bir daha asla olmaz denilen seviyede re-konsolidasyona tanıklık edilmiştir. İşin ironik yanı, bir daha böyle konsolidasyon olmasın diye doğan modern rekabet hukuku, kendi doğum sebebi ile ters düşecek şekilde, üstelik doğduğu ülkede, kendi yaratıcılarının hatırasına ihanet (!) ederek, beklentilerin tam aksi yönde bu konsolidasyona şartlı da olsa izin vermiştir.

Bu gelişmelerden çıkarılması gereken derslerin neler olduğuna bu makalenin sonunda detaylı biçimde değinilecek olmakla beraber, burada vurgulanmasında yarar olan birkaç tanesi şu şekildedir: Büyük resme odaklanmak; Asla anlatılan bir hikâyeye tek yanlı olarak bakmamak (Standard Oil bir şeytandır gibi); Hiçbir şeye peşinen hayır dememek; Mevcut görüş yaşanılan yaşadığın problemi çözmüyorsa bakış açısını değiştirmek; Sorgulamak; Değişime ayak uydurmak.

Bir de bu gelişmeler bize göstermiştir ki aslında biz ve bizden önceki nesillere okullarda anlatılan konvansiyonel tarih aslında dünya enerji arenasında sergilenen oyunların paralel evrendeki yansımasıdır. Biz ve bizden önceki dönemlerde kısıtlı imkanlarla büyüyen kuşaklar sadece paralel evren yanılsamasını yani “sonuç” kısmını görerek büyümüşken; teknoloji ve internet sayesinde bilgiye ulaşmakta sıkıntı yaşamadan büyüyen yeni nesil bu yanılsamaya neden olan gerçek evreni yani “neden” kısmını görebilecek konuma gelmiştir. Bu sayede gerçek evren ve paralel evren gözle görülebilir şekilde yakınsamış ve anlatılan yakın tarihin neredeyse tamamen devletlerin enerji politikaları ve onların hamleleri ile şekillendirilmiş olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu uzun ve eğlenceli maceranın tamamını tek bir makaleye sığdırabilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, bu konuda üretim yapmak isteyen herkese fazlasıyla yetecek kadar malzeme mevcuttur. Bu makalede ise geçmişe kısa kısa geri dönüşler yapılmak suretiyle, yukarıda belirtilen iki büyük örüntü ve onların rekabet hukuku ile olan ilişkisi anlatılacaktır.

2. Birinci Örüntü

2.1. Petrolün Amerika Birleşik Devletlerindeki (ABD) Keşfi

Petrol, ABD’de ilk defa 27 Ağustos 1859 tarihinde Pennsylvania, Titusville’de Albay Drake ve onun başında olduğu bir ekip tarafından keşfedilmiştir. Her keşifte olduğu gibi petrolün keşfinde de birçok tesadüf, iyi adamaların doğru zamanda doğru yerde olması ve hepsinden önemlisi keşif için sarsılmaz bir iradenin varlığı önemli rol oynamıştır. Petrolün keşfinden sonra, “altın hücumuna” benzer şekilde “petrol hücumu” başlamış petrolün keşfinden sadece 15 ay sonra Titusville’de 75 adet petrol kuyusu faaliyete başlamıştır. 1862 yılına gelindiğinde Batı Pennsylvania’daki günlük petrol üretimi yaklaşık 3 milyon varil seviyesine ulaşmıştır.

Petrol arzının bu şekilde katlanarak artması, Ocak 1861 tarihinde varil fiyatı yaklaşık 10 dolar olan petrolün fiyatının, 1862 senesinin Ocak ayında yani tam bir sene sonra yaklaşık 10 sent seviyesine kadar düşmesine neden olmuştur. Bunun düşüşün nedeni, petrol ve dolayısıyla kerosen arzdaki artışı karşılayacak kerosen talebinin özellikle lojistik kısıtlar nedeniyle kısa sürede yaratılamamış olması ve kerosenin ancak Pennsylvania etrafındaki pazarlarda kısıtlı miktarlarda tüketilmesi olmuştur. Petrol fiyatlarının yukarıya doğru hareketi ancak 1863 senesinin sonlarına doğru olmuş ve fiyatlar 7 dolar seviyesine çıkmıştır. Ancak, kerosen fiyatları arz ve talepte yaşanan dalgalanmalar neticesinde bir türlü istikrarlı hale gelememiş ve 1861-1865 senesinde yaşanan Amerikan İç Savaşı’nın da etkisiyle çok geniş bir bantta dalgalanmaya devam etmiştir.

Petrol endüstrisini çok köklü bir şekilde etkileyecek bir başka yenilik ise petrol boru hatlarının keşfedilmesi olmuştur. Petrolün ilk çıkarıldığı yıllarda kuyulardan rafinerilere, oradan da nihai kullanıcılara satıldığı yerlere nakli ahşap variller içinde at arabaları ile yapılmaktaydı. Ancak hem yolların çok kötü, bataklık ve çamur olması hem de hava koşullarının nakliye imkanlarını doğrudan etkilemesi nedeniyle yeni arayışlar başlamış ve önemli miktarda karşı lobi faaliyetine rağmen ilk ahşap petrol boru hattı 1866 yılında döşenmiştir. Borular ile taşımanın at arabasıyla taşımaya göre önemli miktarda ucuz ve kolay olması, takip eden senelerde petrol boru hattı sayısının hızla artmasına neden olmuştur. Petrolün bu şekilde mobil hale gelmesi ile likit bir alım satım pazarı oluşmaya başlamış ve ABD tarihinin ilk resmi petrol emtia borsası 1871 yılında Titusville’de faaliyete başlamıştır. 

2.2. Ejderhanın Doğumu

Petrole hücum Pennsylvania Titusville’de başlamış ve kısa sürede ABD’nin diğer bölgelerine doğru yayılmıştır. Bu bölgelerden birisi de Titusville’in yaklaşık 200 km. doğusunda Ohio eyaletinde bulunan Cleveland şehridir.

Standard Oil’ın kurucusu John D. Rockefeller 1834 tarihinde New York’ta doğmuştur. Babası kereste, tuz ve bitkisel ilaçlar satan bir tacir olduğu için ailesini Ohio’ya taşımıştır. Çocukluğunda inatçı, kararlı, detaycı ve matematiğe olan yatkınlığı ile ilgi çeken Rockefeller, bir tacir olan babasının da etkisiyle ve matematiğe olan yatkınlığı sayesinde 7 yaşında hindi alıp satmaya başlayarak ticarete ilk adımını atmıştır. Başarılı bir eğitim hayatının ardından 1855 yılında 16 yaşında muhasebeci olarak işe başlayan Rockefeller,  kısa süre sonra Maurice Clark ile ortak olduğu şirketini kurmuş ve domuz, buğday ve tuz ticaretine başlamıştır. İç savaşın ve petrole hücum ile artan nüfusun etkisiyle işlerini kısa sürede büyüten ikili, bölgedeki trendi takip ederek petrol ticaretine de adım atmış ve 1863 yılında ilk petrol rafinelerini kurmuşlardır.

1865 yılında işleri büyütüp büyütmemek konusunda görüş ayrılığına düşen Rockefeller ve Clark, bu sorunu, ortaklığı kendi içlerinde bir açık artırma seansıyla sona erdirerek çözmeye karar vermiştir. Buna göre, 500 dolar ile başlayan açık artırma, 72.000 dolar öneren Maurice’in teklifine 72.500 dolar ile karşılık veren Rockefeller’in üstünlüğü ile sona ermiş ve Maurice elindeki hisseleri ortağına devretmiştir. 1865 yılının bir Şubat gününde gerçekleşen bu olay, dünya petrol ve enerji tarihinin de kırılma anlarından birisi olarak kayıtlara geçmiştir.

1866 yılında bir rafineri daha inşa ettiren Rockefeller, ürettiği yağ ve keroseni satabilmek için yeni pazarlara ihtiyaç duyduğunu görmüş ve bu nedenle New York şehrinde bir iştirak kurarak hem doğu sahilindeki şehirlere hem de New York limanı sayesinde dünyanın farklı yerlerine kerosen ve yağ ithal etmeyi planlamıştır.

Matematik ve muhasebe bilgisi ile maliyetlerini kontrol altında tutarak ve nakit pozisyon alarak büyüme yoluna giden Rockefeller, petrole hücum akımı sayesinde fırıncı, demirci, pastacı ve hatta kasap olan kişilerin bile petrol işine girdiğini, bu nedenle petrolün arzının kontrolsüz biçimde arttığını ve bunun da ekonomik gücü zaten çok sınırlı olan ve ilkel şartlarda faaliyet gösteren rafinerileri etkileyerek petrol, kerosen ve yağ fiyatlarını çok keskin biçimde dalgalandırdığını fark etmiştir. Genel uygulamadan farklı olarak kendi üretim yaptığı arazileri satın alan, üzerindeki ağaçlar ile de ihtiyacı olan petrol boru hatlarını ve varilleri yapan Rockefeller, New York’ta kurduğu iştirakine ait depolara ve Hudson nehrini kullanarak diğer şehirlere ürün göndermek için deniz yoluyla taşımacılığına da adım atmıştır. Sağlam temeller üzerinde kısa sürede hızlı bir şekilde büyüyen Rockefeller, 1860 yılının sonlarına doğru dünyanın en büyük rafinericisi konumuna yükselmiştir.

Standard Oil şirketinin doğuşuna Rockefeller kadar büyük katkısı olan bir diğer önemli kişilik de Henry Flagler’dır. Flagler 1867 yılında Rockfeller’ın şirketine ortak olarak katılmıştır. O tarihten önce viski ve tuz ticareti yapan ancak iflas eden Flagler, hareketli, enerjik, biraz kaygısız ve atılgan kişiliği ile Rockefeller da olmayan bütün özelliklere sahip bir figür olarak Rockefeller’i tamamlamıştır.

Flagler, Rockefeller’in sahip olduğu en yakın ve en samimi arkadaş olarak ABD ve dünya enerji sektörünün şekillenmesine neden olan kararların alınmasına önemli etkisi olmuştur. İkili, 1870 yılında, ürünlerinin standart olma özelliğini de ön plana çıkaran bir isim üzerinde mutabakata varmış ve şirketin adını ve türünü (anonim şirket olarak) değiştirmiştir. Bu sayede,  Rockefeller’ın % 25 hissesine sahip olduğu dünya enerji tarihinin en önemli şirketi olan Standard Oil ortaya çıkmıştır.

2.3. Tren Yolu Taşımacılığı Şirketleri ve Standard Oil: İlk Önemli Kartel Girişimi

Rockefeller’in ilerleyen dönemde rekabet hukukuna yapacağı katkıların(!)ilk denemesi, Standard Oil kurulduktan kısa süre sonra Pittsburgh, Pennsylvania ve New York ile birlikte dönemin rafineri merkezlerinden birisi halinde gelen Ohio’daki işlenmiş petrolün taşınmasına ilişkin olarak tren yolu taşımacıları ve Standard Oil arasında yapılmıştır.   

Şirkete ortak olduktan sonra Standard Oil’in ürettiği ürünlerinin tüketim merkezlerine ulaştırılmasından (lojistiğinden) sorumlu olarak çalışmaya başlayan Flagler, şirketi, kısa sürede şirketin sahip olduğu ölçek, nakit pozisyon ve etkin çalışma prensipleri ile tren yolu taşımacılığı yapan şirketler için çok önemli bir müşteri haline getirmiştir.

Standard Oil’ın naklini yaptığı ürün miktarının fazla olması, ödeme gücü ve agresif yaklaşımı, Standard Oil’in işlerini almak yoğun çaba harcayan tren yolu taşımacılarının arasındaki rekabeti oldukça artırmıştır. Bunun sonucunda, 1871 yılında, yakın tarihin tarihin ilk kartel denemelerinden birisi yaşanmış ve Cleveland üzerinden geçen üç büyük demiryolu şirketi Erie, Pennslyvania ve New York Central ile Standard Oil arasında South Improvement Company (“SIMCo”) adlı bir ortak girişim kurulmasına karar verilmiştir. Şirketin başkanlığına Pennslyvania demiryolu şirketinin de aynı görevi yürüten Thomas A. Scott atanmıştır.

SIMCo bünyesinde yapılan toplantılar neticesinde taraflar şu hususlarda anlaşmaya varmıştır:
  1. Clevland-New York arasında taşınacak bir varil petrol için belirlenen tarifet 2.56 dolar olacak, ancak Standard Oil 1.06 dolar geri ödeme alacaktır.
  2. Demiryolu şirketleri, aynı güzergahta Standard Oil’e ait olmayan petrol taşımaları halinde şirkete varil başına 1.06 dolar ceza ödeyeceklerdir.
  3. Stadandard Oil’in rakiplerinin petrol taşıdıkları güzergahları, onlara uygulanan tarifeler, taşıma sıklığı, miktarı ve tarihleri hakkında bilgiyi düzenli olarak Standard Oil’e vereceklerdir.
  4. Standard Oil’ın yarattığı iş hacmi üç demir yolu arasında Pennsylvania 2 pay, Erie ve New York Central 1’er pay olarak paylaştırılacaktır.
  5. Standard Oil demir yolu şirketlerine petrol taşıyabilmeleri için tanker desteği verecektir.
Görüleceği üzere, lafzı veya yapısı birbirinden ne kadar farklı olursa olsun, dünya üzerindeki bütün rekabet hukuku uygulamalarının temel paydalarından birisi olan “Anlaşmalar” genel kategorisi altında yer alan ve yapılması yasaklanan fiyat tespiti, müşteri paylaşımı, bölge paylaşımı, rakiplerin faaliyetlerinin zorlaştırılması ve hassas bilgilerin değişimi gibi eylemlerin tamamı 1871 tarihli anlaşmanın içinde mevcuttur. Sherman Act’in 1890 yılında kabul edildiği düşünüldüğünde, John D. Rockefeller’in rekabet hukuku katkıları açısından daha çıraklık döneminde bile çok iyi iş çıkardığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bahse konu anlaşmanın bir şekilde Pennslyvania’daki yerel gazetelere sızması ile başta Henry Huttleston Rogers ve Charles Pratt’ın kurmuş olduğu “Charles Pratt and Company” olmak üzere, bölgedeki bağımsız petrol üreticileri ile bağımsız petrol rafinericileri anlaşmaya ve SIMCo’ya büyük tepki göstermiştir.

Bölgede kitlesel eylemlere yol açan bu gelişmenin ardından ortaya çıkan tepkiler neticesinde, Pennslyvania yasama organı tarafından SIMCo’nun kuruluş anlaşması ilga edilmiştir. Bu da yine rekabet hukuku tarihi açısından önemli bir gelişmedir çünkü “rekabet kanununa aykırı olan anlaşmalar yok hükmündedir” düzenlemesinin farklı bir uygulaması hayata geçmiş ve SIMCo üyeleri yaptıkları anlaşmaya uygun (tepkiler nedeniyle) tek bir taşıma dahi yap(a)madan anlaşma yok hükmünde sayılmıştır.

2.4. Operasyon “Morose”

1860 yılların sonunda gelindiğinde, düzensiz ve kurumsal olmayan üretim yanında depolama, nakliye veya ulaşım imkanlarındaki zorluklar nedeniyle petrolün arzında ve reklam ve tanıtım imkanlarının kısıtlı olması, nüfus yoğunluğunun belirli merkezlerde toplanması ve kerosenin aydınlanma dışında sınırlı miktarda kullanılması nedeniyle arz ve talep dengesizlikleri had safhaya ulaşmıştır. Bu dengesizliğin en önemli sonucu ise petrol ve kersen fiyatlarının da aynı şekilde dalgalanması ve hem rafinerilerin hem de perakende kerosen ticareti yapan şirketlerin finansal açıdan zor duruma düşmesi olmuştur. 1870’li yılların başında petrol fiyatları 48 cent seviyesine kadar düşmüş ve aynı dönemde satılan bir varil petrol, bir varil içme suyundan ucuz hale gelmiştir.

Böyle bir manzara-i umumiyenin hakim olduğu dönemde bu gidişe artık bir dur demesi gerektiğini düşünen Rockefeller, petrol sektörünü güvenli, stabil ve karlı hale getirmek istemiş ve 1870 yılında Stadard Oil’i kurarak konsolidasyon sürecini büyük bir gizlilik içinde başlatmıştır. Bu operasyon sürecinde Standar Oil’in kod adı yine ironik bir şekilde suratsız ya da asık suratlı anlamına gelen “Morose” olmuştur.

Operasyonun ilk ayağında rafinerilerin alınmasına karar veren Rockefeller ve ekibi, öncelikle kendi pazarında lider olan rafinerilere dostça yaklaşarak satın alma tekliflerini iletme yoluna gitmiştir. Karşılıklı müzakere sürecinde Standard Oil’in ne kadar karlı bir şirket olduğu gösterilmiş ve finansal açıdan zor durumda olan rafinelerin Standard Oil’e katılması durumunda bunun karşılıklı bir kazan-kazan durumu olacağı hususunda devralma hedefi olan şirketler ikna edilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşım başarılı sonuç vermediği takdirde, Morose ekibinin “rakibi iyice terletmek” adını verdikleri eylemlere başvurmuşlardır. “Rakibi iyice terletmek”, adından da anlaşılabileceği üzere modern rekabet hukukundaki “yıkıcı fiyat” olarak adlandırılan konseptten başka bir şey değildir. Satın alınma teklifini reddeden rafineriyi terletmek isteyen Morose, bölgede fiyatları maliyetinin altına düşürerek ilgili rafinerinin her gün daha fazla zarar etmesine neden olarak tekliflerini reddeden şirketleri pes ettirmiş ve en sonunda onları satın alınmaya ikna etmiştir.

Yaklaşık 9 yıl süren Morose operasyonu 1879 yılında sona ermiş ve Standard Oil ABD rafineri pazarının % 90’lık kısmını, petrol boru hatlarının nerdeyse tamamını ve petrol nakliyesi pazarının da büyük bir kısmını kontrol eder hale gelmiştir.

2.5. Tröstün Yapısı

Rafineri pazarının bir kısmını satın alan, diğer bir kısmını kurduğu tröst bünyesinde bir araya getiren ve nihayetinde %90’lık bir payı kontrol etmeyi başaran Standard Oil’ın rekabet hukuku tarihine kazandırdığı en önemli yeniliklerden birisi de kurmuş olduğu tröstün yapısı olmuştur.

Tröstün kuruluşu 2.1.1882 yılında imzalanmış Standard Oil Tröst Anlaşması (“Anlaşma”) ile yapılmıştır. Anlaşmaya göre öncelikle John ve William Rockefeller, Oliver H. Payne, Charles Pratt, Henry Flagler, John D. Archbold, William G. Warden, Jabez Bostwick ve Benjamin Brewster’dan oluşan Tröst Yönetim Kurulu (“TYK”) oluşturulmuştur. TYK, 700.000 adet hissenin basılmasına karar vermiş ve TYK üyesi Rockefeller 191.700, Flagler da 60.000 adet hissenin sahibi olmuştur. Böylece iki eski ortak yeni ortaya çıkan tröstün yaklaşık % 36’lık kısmını beraberce kontrol eder duruma gelmiştir.

TKY, 14 tanesi tamamen, 26 tanesi de kısmen Standard Oil’e ait olan şirketleri toplam 41 hissedar namına yönetmek ve bahse konu şirketlerin yöneticilerini atamakla görevli olarak çalışmıştır. Bu sayede, o dönemde birleşme ve devralmalar yoluyla hakim duruma geçilmesinin kontrolünü sağlayan bir yasal düzenleme bulunmadığından, kısa süre içinde tarihin en büyük ve yasal olan tröstü ortaya çıkmıştır.

Başta kerosen ve fuel-oil olmak üzere yaklaşık 300 adet ürün üretmekte olan bu 40 şirketlik dev yapı, bünyesinde kurulmuş olan Ülke İçi Ticaret, İhracat, Boru Hatları, Ambalaj-Varil, Yağ ve Üretim Komiteleri vasıtasıyla kontrol edilmiştir. ABD’nin dört bir tarafından gelen raporlar bu komitelere intikal etmekte ve TKY gözetiminde komitelerde alınan kararlar ile yönetilmiştir. Zamanın iletişim imkânları da göz önüne alındığında, böyle büyük bir yapının bu denli etkin biçimde yönetilmiş olması, iş hayatına muhasebeci olarak başlayıp dünyanın en zengin insanı haline gelen bir adamın ticari dehasının göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

1882 yılında sonra Standard Oil’ın ticari politikalarına bakıldığında, şirketin her daim yeni pazarlar arayan, virgülden sonraki üçüncü basamağı dahi hesaplayacak kadar maliyet odaklı, teknolojiyi takip edip yatırım yapan, yüksek rafinaj kapasitesi sayesinde ölçek ekonomisine sahip ve tüketicileri için her daim kaliteli ve ucuz ürünler üreten bir şirket olduğu görülmektedir. Bu özellikleri sayesinde şirket, 1880’li yılların ortalarında global petrol üretim kapasitesinin dörtte birini kontrol eden, ABD içinde veya Avrupa petrol piyasalarında arbitraj imkanlarını değerlendirebilecek kadar üstün bir iletişime ve rakipleri ile piyasaları çok yakından takip edebileceği istihbarat ağına sahip dev bir şirket haline gelmiş ve şirketin merkezi 1885 yılında Clevland şehrinden New York’a taşınmıştır.

2.6. Beyaz Atlı Şövalyenin Ortaya Çıkışı ve Ejderhanın Ölümü

Standard Oil’in kısa sürede yaşadığı çok hızlı büyüme sürecinde ezip geçtiği şirketlerin çalışanları, hissedarları, işini kaybeden kişiler, rakip şirketler ve petrol taşıma şirketleri gibi hem politik hem de yargı alanında etkili lobilere sahip uzun bir düşman listesi edinmiştir. Buna karşın ne Rockefeller ne de TKY üyeleri, bu uzun listeye önem vermemiştir. Bu aktörler kendilerini kurdukları tröst ile aslında tüketicilere ucuz ve standart kalitede ürün sağlayan kahramanlar olarak olarak gördüklerinden, kendileri hakkında oluşan bu olumsuz havayı hiçbir zaman anlamamışlardır.

Standard Oil’in yaşadığı kayda değer büyümenin bir diğer nedeni de 1820-1870 yılları arasında yaşanan Amerikan sanayi devrimidir. Amerika kıtasına yayılmış küçük ve işgücü yoğun işletmelerden meydana gelen Amerikan ekonomisinin 1870’li yılların başında sanayileşme sürecini tamamlamasıyla neredeyse tüm mal veya hizmet pazarlarında üretim konsolide olmuş ve Standard Oil kadar olmasa da bir çok sektörde dev şirketler yani tröstler ortaya çıkmıştır.

Bu durum, hakim duruma haiz tröstlerin yani ejderhaların, sahip oldukları gücü sadece kendi lehlerine olacak şekilde kötüye kullanması ve bu sayede elde ettikleri parasal güç ile politik ve yargı arenasında yarattıkları kirlilik ile hem Amerikan halkının hem de politikacıların eleştiri oklarının hedefi haline gelmesine neden olmuş ve en büyük tepki tabi ki ejderhaların en büyüğü olan Standard Oil’e yönelmiştir.

Sherman Antitrsut Act (“Sherman Yasası”) 1890 yılında Cumhuriyetçi Parti Ohio (Standard Oil’ın doğduğu eyalet) Senatörü John D. Sherman tarafından teklif edilmiş ve Kongre tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Sherman Yasasından önce Kansas, Teksas, Oklahoma, Ohio ve diğer bazı eyaletler, eyalet meclislerinde Sherman Yasasına benzer rekabet hukuku düzenlemeleri kabul etmiş ve kabul edilen bu metinlere istinaden Standard Oil hakkında çeşitli davalar açılmış da olsa, eyaletler arası ticareti engelleyecek nitelikte her türlü anlaşma veyahut mevcut bir hakim durumun kötüye kullanmasını yasaklayan federal düzeydeki ilk rekabet hukuku düzenlemesi Sherman Yasası olmuştur.

Sherman Yasası Kongre tarafından kabul edildikten sonra çeşitli nedenlerle tröstlere karşı hemen uygulanamamıştır. Sherman Yasasına istinaden Standard Oil aleyhine dava açılabilmesi, 1901 yılında başkan seçilen ve seçim kampanyasını neredeyse tamamen tröstlerle ve onların yarattığı yozlaşmayla mücadeleye dayandıran ve lakabı “Tröst Yok Edici” olan Theodore Roosevelt sayesinde mümkün olabilmiş ve söz konusu konu dava,1906 yılında St. Louis Federal Mahkemesinde açılmıştır.

Davanın açılmasının ardından Standard Oil, sahip olduğu güçlü maddi imkanlar sayesinde Amerika’nın en iyi hukukçularından oluşan bir takım kurmuştur. Bu ekibin karşısında devleti temsil eden avukat ise daha sonraki dönemde senatör seçilmiş, iç işleri bakanlığı yapmış ve Nobel ödülü almış olan Frank B. Kellogg olmuştur. Üç yıla yakın süren dava sürecinde 444 tanık dinlenmiş, 1371 kanıt incelenmiş ve bunların sonucunda yaklaşık 21 ciltten meydana gelen 15 bin sayfalık rapor yazılmıştır. Roosevelt yönetimi tarafından getirilen ve Standard Oil’ın parçalamasını öngören talep, 1909 yılında St. Louis Federal Mahkemesi tarafından kabul edilmiştir. Standard Oil, kararı Yüksek Mahkemeye taşıyarak temyiz etmiş ancak karar 1911 yılında Yüksek Mahkeme tarafından da onanarak kesinlik kazanmıştır.

Mayıs 1911 tarihinden verilen kararın ardından iki ay sonra Standard Oil, parçalanma konusundaki planlarını açıklamış ve şirketinin 34 parçaya bölüneceğini duyurmuştur. Bu bölünme planındaki en büyük parçalar aşağıdaki şekilde tespit edilmiştir.

  1. Şirketin net değerinin neredeyse yarısını oluşturan New Jersey Standard Oil Company (“Exxon”).
  2. Net değerin yaklaşık % 9’unu temsil eden Standard Oil of New York (“Mobil”).
  3. Standard Oil of California (“Chevron”).
  4.  İlerleyen dönemde British Petroleum’un (BP) Amerika kolu haline gelen Standard Oil of Ohio.
  5. Standard Oil of Indiana (“Amoco”).
  6. The Continental Oil and Transportation Company (“Conoco”)
  7. Atlantic Richfield Company (“Arco”).
  8. Diğer 32 küçük ve orta ölçekli şirket.
Bu karar ile ilk örüntü tamamlanmış, rekabet hukuku dünyaya gelmiş ve dünyanın o güne kadar görmüş olduğu en büyük tröstün parçalanmasında kullanılmıştır.  Bahse konu karar, bağımsızlığını kazanan 34 şirketin ayrı ayrı faaliyete başlamasıyla ekonomik ve tröstlerin bulunduğu diğer sektörlerde de benzer kararların alınmaya başlamasıyla rekabet hukuku açısından büyük değişiklikleri beraberinde getirmiştir. 

2.7. Mutlu Son!

Ejderha öldürülmüş, 34 parçaya bölünmüş ve beyaz atlı şövalyemiz rekabet hukuku parlayan zırhıyla ortalarda gezmeye ve tröstleri avlamaya başlamıştır. Ejderhanın öldürülmesinin ardından faaliyetlerine bağımsız olarak devam Standard Oil şirketlerinin pek çoğu, hem yeni teknolojik gelişmelerin yarattığı etkinlikler ve yeni imkânlar hem de Amerika’nın farklı bölgelerinde yeni petrol rezervlerinin keşfedilmesiyle birlikte faaliyetlerine başarılı bir şekilde devam edebilmiştir.

Parçalanma planlarının halka açıklanmasından hemen önce, şirketin hisse fiyatlarının ulaşabileceği en yüksek seviyeye ulaştığına inanan danışmanlarından birisi Rockefeller’e bütün hisselerini satmasını önermiştir. Bu öneri reddeden Rockefeller’ın sahip olduğu hisseler parçalanmanın ardından bir miktar değer kaybetmiştir. Paniğe kapılmayıp hisseleri elinde tutan Rockefeller bu kararının meyvelerini kısa sürede almıştır. Yaklaşık bir yıllık sürenin ardından, 34 parça şirketin 33 tanesinin hisse değeri ikiye katlanmış, Amoco’nun değeri ise üç katına çıkmıştır. Bütün bu şirketlerin tamamında oransal olarak %30 civarında hisse senedine sahip olan Rockefeller’ın hisselerindeki ve paralel olarak servetindeki toplam artış bugünün parası ile 9 milyar dolar olmuştur.

Amerikan Yüksek Mahkemesinin kararı olmasa belki yıllar sonra ulaşılacak 9 milyar dolarlık değer artışına bir yıl gibi kısa bir sürede 34 parça farklı şirket ile ulaşan Rockefeller için ister şanslı, isterse de dahi denilsin; bu durum, devletin piyasa başarısızlıklarının yaşandığı mal ve hizmet piyasalarına yapacağı müdahalelerin (müdahale ne kadar doğru olursa olsun) her zaman kontrol dışı yan etkilerinin olabileceği gerçeğini göstermektedir.

3. İkinci Örüntü

Yüksek seviyede kaldıraçlı hale gelen ülke ekonomileri, farkından olmadan arkalarını finansal bir uçuruma vermiş ve o şekilde uçurumun kenarında ekonomilerdir. Bu ekonomilerin o uçurumdan aşağı itilmesi için gereken son hareket, ne zaman ve nerede olacağı kestirilemeyen bir mali krizin ortaya çıkması ve onları tek bir hamle ile aşağı itmesidir.

Mali krizler, daha fazla alt gruba ayrılabilmesi mümkün olabilse de sayısal bazda iki ana sınıfta toplanabilir: Enflasyon Krizleri ve Para Birimi Krizleri. Enflasyon krizleri, bir ülkenin 12 aylık bir zaman dilimi içinde % 20 veya üzerinde enflasyona sahip olmasıdır. Para birimi krizleri ise bir ülkenin para biriminin çıpa olarak alınan para birimine karşı (Dolar, Euro veya Pound) yıllık olarak % 25’ten fazla değer kaybetmesidir.

Bunun dışındaki belirli varlıkların aşırı değerlenmesi ile ortaya çıkan “varlık fiyatı balonu”, bankacılık krizleri, ülkenin iflas etmesi ile dış borçların veya iç borçların ödenememesi gibi çeşitli kriz sınıflandırmaları da yaygın biçimde kullanılmaktadır. Bu makaleye konu edilmiş Asya Krizi, içinde doktrinde yapılan kriz tanımlamalarının neredeyse tamamından özellikler barındıran karma bir mali kriz niteliğindedir.

3.1. Asya Krizi

Asya Krizi, niteliği itibariyle domino etkisi göstermiş olan bir mali krizdir ve temel nedenleri yetersiz mali düzenleme ve denetim nedeniyle kredi disiplinin bozulması, yanlış yatırım, yanlış üretim ve borç politikaları sonucu özel sektörün batık kredilerinin çok artması ve bunun sistemi tıkamasıdır. Buna ilaveten gerçekçi olmayan kur politikası ile ülkelere güvenin kalmaması nedeniyle yaşanan sıcak para çıkışı, kurun aşırı değerlenmesi sonucu ihracatın rekabetçiliğini yitirmesi ve en nihayetinde büyük çaplı devalüasyonlar nedeniyle borçların ödenemez hale gelmesi de Asya krizinin diğer nedenleridir.

Asya krizi esas olarak Tayland’da döviz krizi olarak başlamış ve kısa sürede önce Filipinler ve Endonezya’ya, daha sonra da Malezya’ya yayılmıştır. Tayland’da başlayan finansal kriz, Asya kaplanları olarak kategorize edilen ve 90’lı yılların örnek gösterilen ekonomileri arasında olan Tayland,  Filipinler,  Endonezya ve Malezya ve daha birçok ülkenin reel ekonomik aktivitelerini ciddi bir biçimde etkilemiştir. Krizden etkilenen ülkelerin para birimleri 1997 ikinci yarısında ve 1998 yılının Ocak ayında oldukça önemli biçimde değer kaybetmiştir. Bu değer kaybından en çok etkilenen ülke ise para birimi (Rupiah) % 80 değer kaybeden Endonezya olmuştur.  

3.2. Ekonomik Kriz Sürecinde Petrol Talebi

Asya ülkelerinde yaşanmakta olan bu mucizevî büyüme, başta petrol olmak üzere tüm enerji ve emtia talebinin artmasına neden olmuştur.  Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), neredeyse tüm delegelerinin aklında Asya mucizesi sonucu ortaya çıkan yüksek petrol talebini nasıl karşılayacaklarına ve bu işten kazanacakları paralara ilişkin tatlı hayaller ile olağan toplantılarından birisi için 1997 yılının Kasım ayında Endonezya’nın başkenti Cakarta’da bir araya gelmiştir.

OPEC delegasyonlarının Asya mucizesinin kahramanı kaplanlardan birisi olan Endonezya’nın başkentinde kaldıkları 5 yıldızlı lüks otelin hem tam olarak tamamlanmamış olması hem de otelde sularının sürekli kesilip durması, beklide kısa süre sonra yaşanacakların kehaneti olarak ortaya çıkmış ancak tabi ki anlaşılamamıştır.

Bahse konu toplantı 4 gün sürmüş ve sonucunda OPEC’in günlük petrol üretimini 2 milyon varil artırmasına karar verilmiştir. Aslında bu karar, Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA)  1996-1997 yılları arasında günlük petrol talebinin yaklaşık 2 milyon varil arttığını gösteren istatistikleriyle tutarlı bir karardır. Ancak OPEC’in varsayımları ve talep projeksiyonları ne kadar gerçekçi olursa olsun, parametreleri tahmin edilen talep fonksiyonunun yaklaşmakta olan Asya krizi nedeniyle formüle edildiği şekliyle çalışması mümkün olmamıştır.

3.3. Şov Başlıyor

Cakarta’daki OPEC konferansı sırasında üretimi artırma kararının verildiği gece iki OPEC delegesi ve Uluslararası Para Fonu (IMF) yetkilileri akşam yemeğine çıkmış ve delegelere o tarihte Tayland’da başlamış olan krizin tüm Asya’ya ve oradan da dünyaya yayılma tehlikesi olduğu bilgisi verilmiştir.

Tayland ekonomisi aşırı miktarda sıcak para girişi ile ısınmış, geri dönüşü olmayan yatırımlara yabancı para birimleri üzerinden borçlanarak kaynak aktarılmış, para birimi suni biçimde aşırı değerlenmiş ve nihayetinde ülke ekonomisi Temmuz 1997’de çökmüştür. Bu çöküş bir panik dalgası ile beraber tüm Asya’ya yayılmış, şirket ve banka iflasları, işten çıkarmalar ve devletlerin bizatihi kendilerinin bekasının tehlikeye düştüğü bir kriz durumu ortaya çıkmıştır.

Kriz bir süre sonra Asya sınırlarını aşmış ve batıya doğru ilerlemeye başlamıştır. Ağustos 1998 tarihinde dış borçlarını ödeyemeyeceğini ilan eden Rusya’nın borsası kısa sürede % 93 değer kaybetmiş ve Rusya ekonomisi kısa sürede bir kaosun içine sürüklenmiştir. Yaşanan ekonomik kriz batıya doğru ilerleyişini sürdürmüş, Atlantik Okyanusunu da ABD’ye  ulaşmış ve Wall Street’i köklerinden sarsmıştır.

ABD’deki üniversitelerde finans derslerinde örnek olay olarak anlatılan ve dönemin en büyük finans ve matematik dâhilerinin idare ettiği “Long Term Capital Management” fonu da bu kriz nedeniyle batmış ve Asya’da başlayan ekonomik krizin ABD’deki en göz çarpan kurbanı olmuştur. Kriz Kuzey Amerika ile birlikte Güney Amerika’ya da sıçramış ve gelişmekte olan ülkeler listesinin en önemli oyuncularından birisi olan Brezilya, uluslararası ve çok maliyetli bir kurtarma operasyonu ile ancak kurtarılabilmiştir. Küresel ekonomide tropik bir fırtına gibi arkasında önemli hasarlar bırakarak ilerleyen kriz ancak1999 yılında durdurulabilmiştir.

3.4. Cakarta Sendromu

1998 ekonomik krizinin petrol sektörüne bıraktığı önemli miraslardan birisi de “Cakarta Sendromu” doktrini olmuştur. Cakarta sendromu, dünya enerji literatürüne “talep düşerken petrol üretimini artırmak” şeklinde geçen stratejik hatanın adıdır. OPEC üyelerinin Cakarta’da Kasım 1997’de yaptığı toplantı sonucunda, gelmekte olan krizin ayak sesleri ve bu nedenle talebin keskin biçimde düşeceği ihtimalini dikkate almayarak günlük 2 milyon varil daha artırılmasına karar verilmiştir. Bu kararın hemen ertesinde yaşanan global ekonomik kriz, artan petrol üretimi ile düşen petrol talebini karşı karşıya bırakmış, bu asimetrik durum sonucu petrol piyasasındaki arz ve talep dengesi neredeyse $6 dolar seviyesinde sağlanabilmiştir. O kadar ki, üretilen fazla petrolü koyacak depo kalmadığı için normalde petrol nakliyesi için kullanılmakta olan çok büyük ham petrol taşıyıcısı dev gemiler (“VLCC”) birer yüzen depo olarak kullanılmaya başlamış ancak bu bile fiyat düşüşünü durduramamıştır.

3.5. Dutch Disease

Dutch Disease (“DD”), petrol fiyatları arttığında gelirleri de artan ülkelerin, bu gelirleri popülist politikalar nedeniyle akıllıca ve katma değer yaratan yatırımlara çevirememesi nedeniyle petrol fiyatları düştüğünde ülkenin ekonomik olarak zor duruma düşmesi, eskiden olduğu gibi alıştığı devlet yardımlarını alamayan vatandaşların hoşnutsuz olması, politik karışıklığın ve istikrarsızlığın ortaya çıkmasıdır.

DD, ülke ekonomileri petrolden elde edilen gelire bağlı ülkelerin karşı karşıya olduğu en önemli problemlerden/lanetlerden birisidir. Dünya petrol tarihi incelendiğinde, DD nedeniyle iflas eden ya da iflas etmenin eşiğine gelen birçok örnek ülke olduğu (Rusya, Nijerya ve Venezüella gibi) görülmektedir.

Körfez ülkeleri başta olmak petrol veya doğal gazdan önemli miktarda gelir elde eden ülkelerin bir yatırım fonu kurması (devlet fonları), petrol fiyatlarından elde edilen gelirlerin (özellikle fiyatlar artarken) önemli bir bölümünün bu fonlara aktarılması ve petrol fiyatları düştüğünde ya da petrol gelirleri azaldığında bu fonlar tarafından yapılan yatırımların sağlayacağı gelirlerin kullanması da DD’nin yarattığı olumsuz sonuçlardan korunmanın bir yolu olarak ortaya çıkmıştır.

3.6. Ekonomik Krizin ABD Enerji Piyasasında Neden Olduğu Konsolidasyon

Cakarta sendromunun dünya enerji sektörü üzerindeki ekonomik etkileri yanında, rekabet hukuku açısından da gelişmelere neden olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Şöyle ki; orada yaşanan çöküntünü nedeniyle petrol endüstrisi, fiyatların 6$ seviyesine düşmesinin yarattığı olumsuzlukların da etkisiyle, Standard Oil’in ABD Yüksek Mahkemesi 1911 yılındaki kararı ile parçalanmasından sonraki en büyük yeniden yapılanma süreci ile karşı karşıya kalmıştır.

Çincede kriz kelimesinin karşılığı “wēijī” kelimesidir. Kelime “wēi” ve “jī” olarak ayrı iki heceden oluşmaktadır. Kelime bir bütün olarak “kriz” anlamına gelmektedir. Ancak, kelimenin hecelerine bakıldığında aslında çok önemli bir ekonomik gerçeği de vurguladığı görülmektedir. Şöyle ki kelimenin hecelerinden ilki olan “wēi” tehlike, ikinci hecede yer alan “jī” ise fırsat ve değişim anlamına gelmektedir.

İşte bu tehlike ve değişim fırsatı, ilk defa, 1998 yılı Şubat ayında Norveç’in enerji endüstrisinin önemli şehirlerinden birisi olan Sanderstolen’de yapılan ve hem finans dünyasının hem de enerji dünyasının önemli yöneticilerinin buluştuğu bir konferansta gündeme gelmiştir. Buna göre, yaşanan kriz nedeniyle önemli ölçüde değer kaybeden enerji şirketlerinin teknik ve finansal açıdan güçlenebilmesi, dünyanın farklı bölgelerinde sahip olunan ancak herhangi bir nedenle yatırım yapılamamış imtiyazların proje olarak hayata geçirebilmesi, sinerji yaratılabilmesi ve günün sonunda enerji şirketlerinin kendi hissedarları için değer yaratabilmesi için sektörde bir konsolidasyon olması gerektiği fikri kendisine oldukça taraftar bulmuştur.

Bu fikrin karşısındaki en önemli engel, yukarıda da belirtildiği gibi,  üzerinde çeyrek asırdan fazla süre geçmiş olmasına rağmen Amerikan Yüksek Mahkemesinin 1911 yılında verdiği ve Standard Oil’ı 34 farklı şirkete böldüğü karar; bir diğer ifade ile başta ABD olmak üzere Avrupa ve diğer ülkelerdeki rekabet hukuku uygulamaları olarak görülmüştür.

Bahse konu büyük enerji şirketlerine o dönemde danışmanlık veren kişi ve şirketlerin üzerinde birleşmiş olduğu husus, ABD’de enerji endüstrisinin 1911 yılındaki durumu ile 1998 yılındaki durumunun birbirinden çok farklı olduğu; buradan hareketle, yaşanması muhtemel bir konsolidasyon sürecindeki birleşme devralma dosyalarının değerlendirilmesinde rekabet otoriteleri için 1911 kararının bir kriter olmadığı hususu olmuştur. Bu yorum ile birlikte ABD tarihinin en büyük birleşme devralma işlemlerinin görüleceği büyük konsolidasyon hareketi yani ikinci örüntü başlamıştır.

3.6.1. BP – Amoco

1995 yılında şirketin CEO’su olan John Browne, birçok mecrada BP’nin büyümesi gerektiğini savunmuş ve eğer gereken büyüme yakalanamaz ise BP’nin orta sınıf bir İngiliz enerji şirketi olarak kalmaya mahkum olacağını belirtmiştir. Bu bağlamda, yeni CEO’sunun da yönlendirmesi ile, ABD enerji sektöründeki büyük konsolidasyon sürecini başlatmak için ilk adımı atan şirket BP olmuştur.

Şirket yetkilileri ve danışmanların 1998 yılında başladığı ve geniş biçimde yaptığı araştırmalar neticesinde, BP için düşmanca satın alma yoluna gitmeden satın alabileceği potansiyel şirketler olarak Mobil ve Amoco tespit edilmiştir.

“Mobil neden BP için potansiyel bir hedef olmuştur” sorusunun cevabı aslında birkaç tanedir. Bunlardan ilki, Mobil’in, 1911 yılındaki karar ile 34 parçaya bölünen Standard Oil’in bölünmeden sonraki en büyük ikinci parçası olması; ikincisi, Mobil ile BP’nin o tarihte halihazırda rafineri pazarında bir ortak girişim (“JV”) kapsamında beraber çalışıyor olmaları; üçüncüsü ise Mobil’in Endonezya, Nijerya, Katar ve Kazakistan’da sahip olduğu petrol arama imtiyazlarına istinaden yapacağı projeler için yeterli kaynağının olmaması ve gereken yüksek finansman ihtiyacını tek başına karşılayamayacak olmasıdır.

Mobil CEO’su Lucio Noto ve BP CEO’su John Browne arasında 1998 senesi ilk çeyreğinde başlayan görüşmeler neticesinde, BP’nin, Mobil hisselerini piyasadaki değeri üzerinden herhangi bir premium ödemeden satın alması hususunda anlaşmaya varılmıştır. Ancak, BP ve Mobil CEO’ların yaptığı anlaşma doğrultusunda hisselerin piyasa fiyatları üzerinden alınacak olması, teklifin Mobil yönetim kurulunda tartışılması sırasında sorunlar ortaya çıkarmış ve Mobil yönetim kurulu BP’nin satın alma teklifini reddetmiştir.

Bunun üzerine BP CEO’su John Browne, yönünü Standard Oil’in parçalanması ile ortaya çıkmış olan bir diğer enerji devi olan Amoco’ya  çevirmiştir. 1998 yılının Ağustos ayında taraflar arasında başlayan görüşmeler, 49 milyar dolar değerindeki devralma işleminin 11 Ağustos 1998 tarihinde kamuoyuna yapılan duyurusuyla başarıyla tamamlanmıştır. Bu devralma işlemi ile dünya enerji endüstrisinde Stadard Oil ile başlayan parçalanma süreci 87 yıl sonra tersine çevrilmiş ve hem ABD hem de diğer ülkelerdeki enerji endüstrisinin konsolidasyon süreci resmen başlamıştır.

Kamuoyuna devralma işlemi hakkında tarafların anlaşmaya vardığının duyurulmasının ardından taraflarca ABD Federal Ticaret Komisyonuna (FTC) başvuru yapılmıştır. Dünyanın üçüncü büyük enerji şirketini oluşturacak 49 milyar dolar değerindeki işleme, tarafların ABD’de çakışan faaliyetlerinin çok sınırlı olmasına rağmen;
  1. ABD perakende petrol pazarında 8 ayrı coğrafi pazarda faaliyet gösteren 134 benzin istasyonunun satılması,
  2. ABD içinde toplam 30 farklı coğrafi pazarda faaliyet gösteren toplam 1600 istasyona başka markaya geçme hakkının tanınması ve geçiş sürecinin kolaylaştırılması,
  3. Toplam 9 adet, hafif petrol işleme kapasitesine sahip terminalin elden çıkarılması,
taahhütleri karşılığında FTC tarafından 30.9.1998 tarihinde koşullu olarak izin verilmiştir.

3.6.2. BP – Arco

BP-Amoco birleşmesinin hemen ardından aldığı ivmeyi kaybetmeyen BP, Ocak 1999 tarihinde bir diğer Amerikan enerji şirketi olan Arco ile devralma görüşmelerine başlamıştır. Arco, 1866 yılında kurulmuş, 1874’te Standard Oil’e katılmış ve 1911 yılındaki parçalanma kararı sonucu tekrar bağımsızlığına kavuşmuştur. Arco’yu bir enerji şirketi olarak BP açısından değerli kılan husus ise şirketin Alaska’da sahip olduğu petrol çıkarma imtiyazı ve bölgedeki mal varlıkları olmuştur. Yapılan görüşmeler neticesinde anlaşmaya varılmış ve yaklaşık 27 milyar dolar değerindeki devralma işlemi 1 Nisan 1999 tarihinde dünya kamuoyu ile paylaşılmıştır.

İlgili devralma işlemi için FTC’ye başvuru yapılmış ve dosyaya ilişkin karar 13 Nisan 2000 tarihinde açıklanmıştır. Açıklanan karar, bahse konu işlemin en önemli sebeplerinden birisi olan Arco’nun Alaska’daki imtiyaz ve mal varlıklarına ilişkin şaşırtıcı koşullar getirmiştir. Buna göre;
  1. BP Amoco’nun 30 gün içinde Arco’ya ait Alaska’daki bütün petrol arama ve çıkarma imtiyazını ve bölgedeki mal varlıklarını Phillips Petroleum Company (Phillips) ya da FTC’nin onaylayacağı başka bir teşebbüse satılması,
  2. Arco’ya ait Oklahama’da bulunan Seaway Pipeline Company’deki hissenin % 50’sinin; Cushing, Midland ve Texas’ta bulunan ham petrol terminallerinin tamamının; 400 mil uzunluğundaki Rancho ham petrol boru hattının tamamının; 416 mil uzunluğundaki Basin ham petrol boru hattının tamamının 4 ay içinde FTC’nin onaylayacağı bir alıcıya satılması,
  3. İşleme izin verilen tarihten itibaren 10 yıl süre ile Arco’nun, FTC tarafından getirilen koşullara uygun olarak satışını yaptığı mal varlıklarından hiç birisi FTC’ye bildirim yapmadan geri devralamayacağını kabul etmesi,
karşılığında işleme FTC tarafından koşullu olarak izin verilmiştir.

3.6.3. Mobil – Exxon

BP ile Mobil’in fiyat konusunda anlaşamayıp görüşmeleri sona erdirmelerinin üstünden birkaç ay geçmesinin ardından, Mobil CEO’su Lucio Noto ve Exxon CEO’su Lee Raymond olası bir birleşme işlemi için görüşme kararı almıştır. Ancak bu kararı almalarıyla birlikte ortaya taraflar açısından cevaplanması gereken üç önemli soru çıkmıştır:
  1. BP-Mobil işlemindeki başarısızlık da dikkate alındığında, finansal açıdan tarafları tatmin edebilecek bir anlaşmaya varılabilmesi mümkün müdür?
  2. Eğer mümkünse bu işlem neticesinde iki dev organizasyondan tek bir organizasyon doğması mümkün olacak mıdır?
  3. İlk iki sorun halledilse bile, 1911 tarihli Standard Oil kararının ardından oluşan 34 parça enerji şirketinde en büyüklerinden olan iki şirketin birleşmesine FTC ve Avrupa Komisyonu’nu izin verecek midir?
Bu soruların cevapları üzerinde çalışmaya başlayan Mobil ve Exxon yetkilileri, bir dizi görüşmenin ardından daha ilk sorunun cevabında dahi mutabık olmadıklarını fark etmiştir. Mobil yönetim kurulu, BP görüşmelerinin sona ermesine neden olan ketum tavırlarını devam ettirmiş ve Mobil’in borsada işlem gören hisse senedi fiyatının üstüne Exxon tarafından kabul edilemez bulunan bir Premium talep etmiştir. Bunun üzerine taraflar aynı BP görüşmelerinde olduğu gibi herhangi bir anlaşma olmadan görüşmeleri sona erdirmiştir.

Görüşmelerin sona erdirilmesinin üzerinden yaklaşık 5 gün geçmişken BP-Amoco devralmasının kamuoyuna ilan edilmesi, tarafları tekrar bir araya gelmeye ikna etmiştir. BP-Amoco devralması aynı zamanda taraflar açısından fiyat anlamında da bir benchmark oluşturmuş ve o ana kadar uzlaşmaz tavırlar sergileyen Mobil yönetim kurulu ile Exxon nihayet fiyat konusunda anlaşmaya varabilmiştir.

Buna göre taraflar, Mobil hissedarlarının, şirket hisselerinin piyasadaki işlem fiyatları üzerine % 20 Premium alması ve birleşme sonrası oluşacak yeni organizasyonda Exxon’un % 80 ve Mobil’in de % 20 payı olması hususunda mutabakata varmıştır. Dolayısıyla, bahse konu mutabakat ile yukarıda yer verilen ilk iki sorunun cevabı verilmiş, kamuoyuna 1 Aralık 1998 tarihinde birleşme işlemlerinin başladığının duyurusu yapılmış ve yaklaşık 81.5 milyar dolarlık birleşmeye izin alabilmek için FTC’ye başvuru yapılmıştır.

FTC, dosyayı, 21 eyalet Başsavcısının ve eş zamanlı olarak Avrupa Birliği (“AB”) Komisyonu’nun da dahil olduğu ve tarafların ilgili rekabet otoritelerine yüz binlerce sayfa doküman sunduğu çok geniş ve yaklaşık 1 yıl süren bir değerlendirme sürecinin ardından 30.11.1999 tarihinde sonuçlandırmış ve aşağıda listelenen taahhütleri taraflardan talep etmiştir. Buna göre;
  1. Orta Atlantik ve Kuzey Doğu Amerika perakende petrol pazarında faaliyet gösteren 1740 adet Exxon ve Mobil istasyonunun satılması,
  2. Kaliforniya perakende petrol pazarında faaliyet gösteren 360 adet Exxon ve Mobil istasyonunun satılması,
  3. Texas perakende petrol pazarında faaliyet gösteren 319 adet Exxon ve Mobil istasyonunun satılmasI,
  4. Guam perakende petrol pazarında faaliyet gösteren 12 adet Exxon ve Mobil istasyonunun satılması,
  5. Exxon’un Kaliforniya’da sahip olduğu rafineri, boru hatları, terminaller ve onlara bağlı bütün mal varlıklarının satılması,
  6.  Exxon’un  jet yakıtı işinin satılması,
  7. Mobil’in Boston ve Washington D.C. bölgesindeki rafinelerini ve onlara bağlı bütün varlıkların satılması,
  8. Mobil’in Colonial ve Exxon’un Plantation boru hatları üzerindeki bütün haklarının satılması,
  9. Mobil’in TAPS üzerindeki haklarının satılması,
  10. Mobil’in parafinik yağlar pazarındaki işinin satılması,
karşılığında FTC tarafından işleme koşullu olarak izin verilmiştir. Bu taahhütler, 1914 yılında kurulan FTC’nin işleme izin verilen tarihe kadar geçen süredeki aldığı en kapsamlı taahhütler olarak da tarihe geçmiştir.

3.6.4. Exxon - Chevron

Exxon-Mobil birleşmesinin hemen ardından gözler Amerikan enerji piyasasının bir diğer önemli ve büyük oyuncusu Chevron’a çevrilmiştir. Chevron, “Star Oil” ismi ile 1876 yılında Amerika’nın batı kıyısında faaliyete başlamıştır. 1900 yılında Standard Oil tarafından satın alınan Chevron, 1911 yılında ABD yüksek mahkemesinin verdiği karar ile tekrar bağımsız hale gelmiştir.  Chevron, ABD dışındaki enerji piyasalarıyla da ilgilenen ilk Amerikan enerji şirketlerinden birisidir.

1928 yılında Gulf Oil şirketinden Bahreyn’deki petrol arama ve çıkarma imtiyazının alınmasının ardından bölgede başlatılan petrol arama çalışmalarının sonucunda Chevron, Orta Doğu’daki ilk petrol keşfini yapmıştır.

Suudi Arabistan’a çok yakın olan bu keşfin ardından Suudi Arabistan hükümeti ile yapılan görüşmeler sonucunda, 1933 yılında 60 yıl süreyle geçerli olacak bir petrol arama ve çıkarma imtiyazı elde edilmiştir.  İmtiyazın alınmasından beş yıl sonra yani 1938’de Suudi Arabistan’da ilk petrol ve 1948’de de dünya tarihinde o zamana kadar keşfedilen bütün petrol yataklarından daha büyük olan Ghawar petrol sahası keşfedilmiştir.

Chevron, 1985 yılında önemli bir devralma işlemine imza atmış ve ABD enerji piyasasının 5. büyük enerji şirketi olan Gulf Oil şirketini, 1984 yılına kadar ABD’de gerçekleşen en büyük devralma işlemi kapsamında 13,3 milyar dolara satın almıştır. Bu büyük birleşmenin ardından şirketin ticaret unvanı bir kez daha değişmiş ve “Chevron Corporation” olmuştur.

1998 yılında “Global Birleşme ve Devralma” birimini kuran Chevron, aynı yıl çıkan ekonomik krizin ardından başlayan konsolidasyon sürecinde satın alabileceği ve kendi şirketi ile uyumlu olabilecek enerji şirketleri araştırmaya başlamıştır. Bu arayış kısa sürede sonuç vermiş ve Texas Company (Texaco) şirketinde karar kılınmıştır. 1936 yılında Texaco’nun Asya, Doğu Afrika ve Asya’daki petrol arama faaliyetlerine Chevron’u ortak etmesi karşılığında kendisinin de Chevron’un Suudi Arabistan ve Bahreyn’deki petrol arama faaliyetlerine ortak olması sonucu kurulan Caltex Petroleum Australia Pty. Ltd. (Caltex) adlı JV bünyesinde her iki şirketin de uzun süredir beraberce faaliyet göstermesi ve tarafların yapı olarak birbirlerine uygun olması Texaco’yu Chevron için en ideal partner konumuna getirmiştir.

Taraflar arasında 1999 yılında başlayan görüşmeler, 2000 yılı ekim ayında anlaşma ile sonuçlanmış ve hemen akabinde FTC’ye bildirim yapılmıştır. FTC tarafından yapılan değerlendirme sonucunda, taraflardan çeşitli taahhütlerin alınmasına karar verilmiştir. Buna göre;
  1. Texaco’nun sahip olduğu tüm gaz işi ve petrol rafinerileri ve bunlarla ilgili mal varlıklarının (muhtemel Shell) FTC’nin onay vereceği bir 3. kişiye satılması,
  2. Chevron-Texaco’nun “Kern Oil and Refining” ve “San Joaquin Refining” adlı bağımsız rafinerilere piyasa fiyatlarından 10 yıl boyunca ham petrol sağlama anlaşması yapması ve bu rafinerilerin Chevron-Texaco’nun sahibi olduğu ham petrol boru hatlarına erişiminin garanti altına alınması,
  3.  Texaco’nun havacılık sektöründeki (kerosen ve kerosen dışındaki) jet yakıtı işinin tamamen satılması,
  4. Chevron’un, Frontier Enerji şirketine ait El Dorado rafinerisinden jet yakıtı almasının yasaklanması,
  5. California eyaletinde bulunan 720 benzin istasyonunun üçüncü kişilere satılması ve 30.6.2002 tarihine kadar bahse konu 720 istasyonda Texaco marka ürünler satışının tamamen durdurulması.
karşılığında FTC tarafından işleme 7.9.2001 tarihinde koşullu olarak izin verilmiştir.

3.6.5. Valero Energy Corporation (Valero) - Ultramar Diamond Shamrock Corporation (UDS)

Chevron-Texaco birleşme işlemi ile sürerken FTC’ye Mayıs 2001’de başvurusu yapılan ve yukarıda yer verilen işlemlere göre daha düşük tutarlı (6 milyar dolar) olduğu için fazlaca ilgi görmeyen ancak ABD enerji piyasasındaki konsolidasyon hareketinin bir parçası olan bir diğer birleşme işlemi de Valero ve UDS arasında olmuştur.

Tarafların yaptığı başvurunun ardından FTC’nin yaptığı değerlendirme sonucunda, işlemin hacmi ve tarafları görece küçük olmasına rağmen taraflardan yine de taahhüt alınması yoluna gidilmiştir. Buna göre, UDS’ye ait olan ve Kalifornia eyaleti sınırları içinde faaliyet gösteren “Golden Eagle” rafinerisinin ve yine UDS’ye ait olan 70 adet benzin istasyonunun FTC’nin onay vereceği 3. kişilere satılması karşılığında işleme izin verilmiştir.

3.6.6. Phillips - Conoco

ABD Enerji piyasasındaki konsolidasyon hareketinin son parçası Conoco ve Phillips arasında gerçekleşen birleşme işlemidir. Conoco, 1875 yılında Utah’da kurulmuş ve ikinci dünya savaşının ardından global enerji arenasının önemli oyuncularından birisi olan enerji şirketidir.
Philips ise 1917 yılında Oklahoma’da kurulmuştur. Şirket, 1960 yılından sonra faaliyetlerini Kanada, Venezuella ve Kolombiya petrol piyasalarına genişletmiş de olsa,  ABD doğal gaz ve bununla bağlantılı olarak kimya sektöründe yaptığı atılımlar nedeniyle, petrolden ziyade ABD doğal gaz piyasasının en önemli ve tanınan şirketlerinden birisidir.

Conoco ve Philips arasında 2000 senesi Kasım ayında başlayan görüşmeler neticesinde taraflar, Kasım 2001 tarihinde anlaşmaya varmış ve buna müteakip ABD’nin üçüncü büyük enerji şirketini yaratacak 15,4 milyar dolarlık birleşme işlemi için FTC’ye bildirim yapılmıştır.

FTC, yapmış olduğu değerlendirme neticesinde, bahse konu birleşme işleminin, FTC Act Bölüm 5 ve Clayton-Act Bölüm 7’ye aykırı ve rekabeti kısıtlayıcı olduğu sonucuna varmış ve taraflardan aşağıda listelenen taahhütleri istemiştir. Buna göre;

  1. Philips’e ait Woods Cross-Utah rafinerisi ve bu rafineriye ait bütün pazarlama varlıklarının (marka, lisans, logo vs.) satılması,
  2. Conoco’ya ait Denver-Colorado rafinerisi ile bu rafinerinin ve Philips’in doğu Kolorado’da sahip olduğu bütün pazarlama varlıklarının (marka, lisans, logo vs.) satılması,
  3. Philips’e ait Spokane-Washington hafif ham petrol işleme rafinerisinin satılması,
  4. Philips’e ait Wichita-Kansas hafif ham petrol işleme rafinerisinin %50’sini alma opsiyonu ile birlikte, bu rafineriden ürün alınabilmesi için sözleşmeler yapılacağının garanti altına alınması,
  5. Philips’e ait Jefferson City-Missouri ve East St. Louis-Illinois’de bulunan propan üretim tesislerinin satılması,
  6. Conoco’ya ait olan ve New Mexico eyaletinde (Chavez Lea, Eddy County, Schleicher County) bulunan doğal gaz üretim ve işleme tesislerinin satılması,

karşılığında FTC tarafından işleme 30.8.2002 tarihinde koşullu olarak izin verilmiştir.

3.7. Avrupa Enerji Piyasasında Yaşananlar

ABD enerji endüstrisinde yaşanan konsolidasyonu kaçınılmaz biçimde Avrupa’daki enerji piyasalarını ve oyuncularını da etkilemiştir. Bu konsolidasyonun devamı olarak nitelendirilebilecek iki büyük birleşme işlemi de Fransız enerji piyasasında yaşanmıştır.

3.7.1. Total Oil S.A. (Total) - Compagnie Financière Belge des Pétroles (Petrofina)

Total, o zamanki adıyla Compagnie Française des Pétroles (CFP), 1924 yılında kurulmuş ve 1929 yılında Fransız borsasına kote olarak faaliyetlerine Ortadoğu, Venezüella, Kuzey Afrika ve Kanada’da devam etmiş olan Fransız petrol şirketidir.

Total’de 1995-2007 yıllarında arasında CEO olarak görev yapmış olan Thierry Desmarest, BP-Amoco birleşmesinin ardından, enerji sektöründeki konsolidasyon hareketi karşısında kendilerinin de bir şeyler yapmak zorunda olduğunu anladıklarını belirtmiştir. Bu doğrultuda Thierry Desmarest’in liderliğindeki Total, 1998 yılında Belçikalı petrol şirketi olan Petrofina’nın satın alınması ile ilgili olarak Petrofina ile görüşmeye başlamış ve tarafların anlaşmaya varması ile satın alma süreci sonlandırılmıştır.

Bahse konu 12,9 milyar dolar büyüklüğündeki işleme Avrupa Komisyonu’nun 26.3.1999 tarihli kararı ile şartlı şekilde izin verilmiş ve ortaya Dünya’nın 6. büyük enerji şirketi çıkmıştır. Avrupa Komisyonu verdiği kararda, birleşme sonrası Kuzey Fransa coğrafi bölgesindeki “non-forecourt[1]” (perakende olmayan) petrol ürünleri satışı pazarındaki rekabetin (bölgedeki satışların yoğunlukla Total’in Dunkirk rafinerisinden ve Petrofina’nın Feluy-Belçika deposundan yapıldığını ortaya koyarak) kısıtlanabileceğini belirtmiştir. Bu nedenle Komisyon, bölgede Total’in depolama kapasitesinden, en Petrofina’nın bölgedeki tarihsel bazdaki satışları kadarlık bir kısmının ayrıştırılarak üçüncü bir tarafa devredilmesi istemiştir. Bunun dışında Komisyon, Total ve Petrofina tarafından yüksek talebe sahip bazı önemli müşterilere 3 yıldan daha kısa süreli depolama kontratlarının önerilmesini talep etmiştir. Bunun yanında, Güney Fransa’da yine depolama konusunda oluşabilecek rekabet kısıtlarının izlenmesi ve taraflardan gerekiyorsa taahhüt alınması için konu Fransız Rekabet Otoritesinin takdirine bırakılmıştır.

3.7.2. Total - Elf Aquitaine (Elf)

Total, Petrofina birleşme işleminin kapatılması ile birlikte Fransa pazarındaki konsolidasyon hareketinde hızını daha da artırmış ve pazarın ikinci büyüğü olan ve 1986 yılında özelleştirilen Elf’in devralınması için 1999 yılının ikinci yarısında görüşmelere başlamıştır.
Elf, ikinci dünya savaşının ardından Total’in Amerikan ve İngiliz şirketlerine çok yakın durmasından rahatsız olan bu nedenle devlet kontrolünde ikinci bir petrol şirketinin kurulmasını isteyen Fransız Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle isteği ile kurulmuş bir şirkettir.

Total ile Elf arasında başlayan görüşmelerde, 1996 yılında özelleştirilmiş olan Elf’te altın hisse sahibi olan Fransız hükümetinin, bir başka ifade ile dönemin Ekonomi Bakanı olan Dominique Strauss Kahn ve başbakan Lionel Jospin ikna edilmesi gerekmiştir. Buna rağmen, görüşmeler kısa sürede anlaşma ile sonuçlanmış ve bahse konu tarihteke dünyadaki 4. büyük enerji şirketini ortaya çıkaracak 54,3 milyar dolarlık satın alma işlemi 24.8.1999 tarihinde Avrupa Komisyonu’na bildirilmiştir.

Komisyon yaptığı değerlendirmede, bahse konu işlemin Fransa’nın rafinaj kapasitesinin, perakende ve toptan yakıt ve ısınma amaçlı yakıtlar pazarı ile depolama kapasitesinin önemli bir kısmının Total çatısı altında birleşeceğini ve bunun da başta Fransız pazarı olmak üzere Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde rekabeti önemli ölçüde kısıtlayacağını belirtmiştir. Bu nedenle işlemin taraflarından taahhütler istenmiş ve aşağıda listelenen taahhütler konusunda taraflar mutabık kalmıştır:

  1. Akaryakıt ve ısınma amaçlı kullanılan yakıtların Fransa çapında depolanması için Total-Fina ile Elf’e tarafından kullanılan bütün depoların ve o depolara ürün nakli yapan petrol boru hatları üzerindeki mülkiyetin Komisyonun onay vereceği üçüncü bir tarafa satılması.
  2. Total-Fina’ya ait olan ve otoban ağı üzerinde faaliyet gösteren 70 istasyonun satılması.
  3. Elf’e ait olan ve Fransa pazarının ikinci büyük LPG şirketi olan Elf Antargaz şirketinin tamamen satılması.
  4.   Lyon ve Toulouse havalimanlarında Elf’e ait olan jet yakıtı işinin tamamen satılması.

Bahse konu taahhütlerin alınması sonucunda Komisyon, 9.2.2000 tarihinde verdiği karar ile işlemi şartlı şekilde onaylamıştır.

4. Sonuç

4.1. İki Örüntünün Enerji Sektörü Bakımından Bize Öğrettikleri

Petrol fiyatlarında yaşanan ve görece olarak uzun ömürlü olabilecek potansiyele sahip her düşüş trendi, beraberinde enerji sektöründe konsolidasyon için bir fırsat penceresi açmaktadır. Tarihsel olarak enerji sektöründe yaşanan birçok birleşme veya devralma işlemi, petrol fiyatlarının düşük olduğu zaman gerçekleşmiştir. Aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, Asya Krizi ile başlayan düşüş (ilk yuvarlak), yukarıda incelenen ikinci örüntüyü ortaya çıkarmış ve dünya enerji sektörünü konsolide etmiştir. İkinci 2008 yılında ortaya çıkan ikinci büyük düşüş esnasında bazı ufak ve orta ölçekli birleşme ve devralmalar olmuşsa da, enerji sektörü bakımından çarpıcı bir hareket olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Bu bir diğer nedeni de enerji sektöründe 1999-2002 döneminde yaşanan konsolidasyon sonrasında geride sadece büyük şirketlerin kalmış olmasıdır. Bu nedenle bundan sonraki ilk büyük birleşme devralma işleminin ancak bu dev enerji şirketler arasında olması beklenmektedir.

Nitekim 1999 yılından sonra özellikle Suudi Arabistan’ın da katkısıyla petrol fiyatlarında üçüncü büyük düşüş trendinin yaşandığı bugünlerde enerji sektöründe konuşulmaya başlanan potansiyel bir devralma işlemi ise BP’nin Shell’i 70 milyar dolarlık bir teklif ile devralacağına ilişkin işlemidir. Bu işlem belki ekonomik açıdan çok doğru da olsa, İngiliz hükümetinin bu birleşmeye karşı olduğunu gayri resmi kanallardan taraflara hissettirmesi gibi poli-stratejik durumlar, kağıt üstünde çok anlamlı olan birleşme veya devralmaların hayata geçmesini engellemektedir. Önümüzdeki aylar bizlere üçüncü büyük düşüş sürecinde büyük bir konsolidasyon yaşanıp yaşanmayacağını gösterecektir. Ancak unutulmaması gereken husus, düşük petrol fiyatlarının, her zaman büyük balıkların iştahını kabarttığı hususudur. 



4.2.İki Örüntünün Rekabet Hukuku Bakımından Sonuçları

1890 yılında doğan ve 1911 yılında Standard Oil’ın parçalanmasını sağlayan rekabet hukuku, 1998 yılında yaşanan ekonomik krizin etkisiyle özellikle ABD enerji sektörü başta olmak üzere dünya çapında meydana gelen ve ironik biçimde kendi varlık sebebi çelişen  konsolidasyon hareketini engellememiş ya da engelleyememiştir.

Rekabet hukuku perspektifinden bakıldığında yaşanan konsolidasyon süreci, FTC’nin 1911’de Standard Oil’ı 34 parçaya bölen kararının ardından “kesinlikle yapılamaz” şeklinde tabu haline gelmiş olan “konsolidasyon” konusunda, yapısal ve davranışsal taahhütlerin alınması şartıyla da olsa, önemli değişimler yaşanmasına neden olmuştur. Çok kısa süre içinde FTC’nin ve Avrupa Komisyonu’nun önüne gelen ve neredeyse tamamına şartlı biçimde izin verilen birleşme işlemleri, “Enerji sektöründe konsolidasyona neden ihtiyaç duyulmaktadır” sorusunu tekrardan popüler hale getirmiştir.

Bu sorunun en kısa ve öz cevabı, üst pazar olan global petrol arama, üretim ve rafinaj pazarlarında faaliyet gösteren teşebbüslerin, etkinlik, maliyet düşürme, ölçek ekonomisi yakalama yani büyük ve kompleks projeleri üstlenebilecek teknik, finansal (örneğin 1990 yılında bir mega projenin maliyeti yaklaşık 500 milyon dolarken, 2000 yılına gelindiğinde bu rakam 5-10 milyar dolar arasına yükselmiştir) ve insan kaynağı kapasitesine sahip olmak ve bu şekilde proje portföylerini çeşitlendirerek global krizlerin yarattığı olumsuzların etkilerini kendileri açısından minimize edebilme hedefidir.

Yaşanan konsolidasyon süreci aynı zamanda rekabet hukukçuları açısından da önemli dersler barındırmaktadır. Buna göre:

  1. Enerji sektörü gibi doğal monopol özelliğe haiz sektörlerde yaşanan piyasa başarısızlıklarını gidermek için rekabet kanunu kullanarak yapılan müdahaleler her zaman istenilen sonucu vermemektedir. Aksine, Rockefeller’in 1 yılda 9 milyar dolar daha zenginleşmesi gibi tahmin edilmeyen yan etkilerin doğması da mümkündür.
  2. Enerji sektörü, içinde doğal monopol ve monopollerin bulunduğu alt pazarlara sahiptir.
  3. Elektrik, gaz veya petrol gibi mal ve hizmet pazarlarının doğal monopol niteliğe haiz iletim hatları alt pazarlarına, aynı sokağa veyahut güzergaha ikinci hattın çekilebilmesi teknik olarak mümkün de olsa,  başta rekabet hukuku olmak üzere çeşitli yöntemler ile yeni girişlerin özendirilmesi, tek bir firmanın etkin biçimde yapacağı bir işin birkaç firma tarafından yapılması anlamına gelecektir. Bu tip bir suni rekabet enjeksiyonun sonucu ise pazara giriş yapan şirketlerin konsolidasyonu veya batması; bir başka değişle, toplumun refah kaybına uğramasıdır.
  4. Doğal monopol alt pazarlarda mevcut tek oyuncu faaliyetlerine devam ederken onu sektörel otoritenin “fiyat regülasyonu” ve rekabet otoritesinin “hakim durum” kuralları ile kontrol altında tutmak refah iktisadı bakımından daha optimal bir çözümdür.
  5. Buna karşın, halihazırda faaliyet gösteren tek bir firma dahi olsa, üretim, toptan veya perakende satış gibi alt pazarlarda rekabet hukuku kullanılarak yeni girişler sağlanabilmesi ve rekabetçi bir ortam tahsis edilebilmesi mümkündür. Bu yönde bir devlet müdahalesi, hem sağlanan hizmetin kalitesini artıracak hem de üretimi artacağı için fiyatlar düşecektir. Dolayısıyla, monopol özelliğe haiz ancak rekabete açılabilecek mal ve hizmet piyasalarında katı bir fiyat regülasyonu yerine, rekabet mevzuatının ex ante ve/veya ex post gücünün kullanılması daha uygun olacaktır. 
  6. Rekabet otoritelerinin verdiği kararların sonsuza kadar aynı şekilde kalması mümkün değildir. Bunun en güzel örneği 1911 yılında o zamana kadar ki en radikal rekabet hukuku kararını verip sektörü parçalayan FTC’nin, 90’lı yılların sonunda enerji sektöründe başlayan konsolidasyon sürecinde verdiği bir dizi kararla ABD ve genel olarak tüm dünya  enerji sektörünün yapısını değiştirmesidir.
  7. Rekabet otoritelerinin geçmişte alınan kararların sonuçlarını per se olarak geleceğe yürütmesi ve geleceğe yürüttüğü bu geçmiş karar sonuçlarını ex ante denetimde bir ön koşul olarak kullanması doğru bir yaklaşım değil; aksine kolaycılıktır. O nedenle, rekabet otoritelerinin değişen pazar koşullarını da dikkate alarak kararlarını gerektiğinde değiştirebilecek esnekliğe ve farklı bakış açıları ile olayları görebilecek yeteneğe sahip olması gerekir. Burada önemli olan, rekabet otoritelerinin eski bir mutlak doğrudan hareketle geleceğe dönük ısrarı değil; muğlak bir doğrudan hareketle de olsa gelecek için denenmemişe doğru adım atabilme cesaretine sahip olmaktır.
  8. Bir ülkenin enerji sektöründe dikey entegre ulusal şampiyonların olması (Ör: Standard Oil, Total, Elf gibi) tamamen yanlış veyahut bir ülkenin enerji sektörünün bütünüyle ayrıştırılmış olması ve alt pazarlarda çok sayıda oyuncunun bulunabiliyor olması, sektörde rekabetin tesisi anlamında tamamen doğru olarak nitelendirilemez. 
  9. Enerji politikaları, bir ülkenin ulusal güvenliğini ve ekonomisinin bütününü çok yakından ilgilendirdiğinden, rekabet hukuku açısından en uygun olan çözüm, zaman zaman sosyo-politik-stratejik açılardan istenen çözüm olmamaktadır. Dolayısıyla enerji sektöründe kesin bir doğru yoktur. Bunun yerine ülke çıkarları hangisini gerektiriyorsa, o çıkarlar çerçevesinde mümkün olan optimale “yakınsama” vardır.
  10. Bu durumu, R.G. Lipsey ve K. Lancaster tarafından geliştirilen “İkinci En İyi Teorisine” atıf yaparak da izah etmek mümkündür. Bu teoriye göre piyasa başarısızlığı ya da (stratejik çıkarlar nedeniyle) devlet müdahalesi nedeniyle tam rekabetçi yapıdan uzaklaşmış olan bir piyasada (örneğin enerji sektöründe) siyahla beyazı aramak yerine, grinin en iyi tonunu bulmaya çalışmanın bazen daha olumlu sonuçlar verebilmesi mümkündür.
  11. Sermaye yoğun bir sektör olan enerji sektörünün dinamiklerine bakıldığında, ihtiyaç duyulan beşeri ve nakdi sermayenin her geçen sene arttığı görülmektedir. Bu durum, enerji şirketlerinin ölçek ekonomisi yetisi kazanabilecek kadar büyümesi gereğini ortaya çıkarmaktadır.
  12. Enerji şirketlerinin büyüme gereği ise beraberinde kaçınılmaz olarak konsolidasyonu getirmektedir. Bu durum, piyasadaki oyuncu sayısını azalmasına ve sektördeki rekabetin kısıtlanmasına neden olmaktadır. Bir başka ifade ile enerji sektörü, doğası gereği kendi başına bırakıldığında “monopol-duopol” veya en iyi ihtimalle zayıf “oligopol” piyasalara evrilme eğilimi içinde olan bir sektördür.Buna karşın, hiç değilse sektörün belirli alt pazarlarında hangi rekabeti tesis etme isteği içinde olan kamu otoritesi, normatif regülasyon teorisi çerçevesinde yaptığı müdahaleler ile sektörü biraz daha rekabetçi hale getirmeye çalışmaktadır.
  13. Enerji sektöründe oyuncu sayısının azalması veyahut konsolide olmuş dikey entegre ulusal şampiyonların bulunması, sektörün ilgili regülasyon otoritesi tarafından daha fazla regüle edilmesini veyahut rekabet otoriteleri tarafından daha sıkı denetlenmesini beraberinde getirmektedir. Ancak rekabet otoritesi ve sektörün ilgili enerji otoritesi için iyice düşünülmeden çıkarılan yasal mevzuatlar, bu otoritelerce iyi yapılmayan denetim veya verilen yanlış kararlar, bahse konu sektörlerde etkinsizlik yaratabilecek en önemli unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
  14. Özellikle 1998 krizini takiben enerji sektöründe yaşanan mega birleşme ve devralmalar hakkında FTC tarafından yapılan değerlendirilmeler incelendiğinde, ilgili ürün pazarındaki rekabetçi yapı nasıl olursa olsun, ilgili taraflardan iyi yapılandırılmış ve rekabetçi endişeleri giderebilecek yapısal ve davranışsal taahhütler alınması ve bu taahhütlerinin uygulanmasının sıkı bir şekilde takip edilmesi durumunda potansiyel olarak her birleşme devralma işleminin onaylanmasının mümkün olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, “onaylanmayacak birleşme devralma işlemi yoktur; olsa olsa kötü yönetilmiş bir taahhüt süreci vardır” şeklinde bir söylem geliştirilmesi mümkündür.Bu bağlamda, ex ante olarak pazarı ve teşebbüsleri kısıtlamalarla yormak yerine; yeterli yapısal ve davranışsal taahhütlerle birlikte denetim ağrılığının ex post olarak kullanmasının hem teşebbüsler hem de ülke ekonomileri açısından daha pozitif sonuçlar doğurabileceği görülmektedir.



KISALTMALAR

AB:
Avrupa Birliği
ABD:
Amerika Birleşik Devletleri
Amoco:
Standard Oil of Indiana
Anlaşma:
Standard Oil Tröst Anlaşması
ARCO:
Atlantic Richfield Company
BP:
British Petroleum
Caltex:
Caltex Petroleum Australia Pty. Ltd.
CFP:
Compagnie Française des Pétroles
Chevron:
Standard Oil of California
Conoco:
The Continental Oil and Transportation Company
DD:
Dutch Disease
Elf:
Elf Aquitaine
Exxon:
New Jersey Standard Oil Company
FTC:
ABD Federal Ticaret Komisyonu
IEA:
Uluslararası Enerji Ajansı
IMF:
Uluslararası Para Fonu
JV:
Ortak Girişim
Mobil:
Standard Oil of New York
OPEC:
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü
Petrofina:
Compagnie Financière Belge des Pétroles
Phillips:
Phillips Petroleum Company
Sherman Yasası:
Sherman Antitrsut Act
SIMCo:
South Improvement Company
Standard Oil:
Standard Oil Ohio
Texaco:
Texas Company
TKY:
Tröst Yönetim Kurulu
Total:
Total Oil S.A.
UDS:
Ultramar Diamond Shamrock Corporation
Valero:
Valero Energy Corporation
VLCC:
Çok Büyük Ham Petrol Taşıyıcısı Gemi















KAYNAKÇA
Kitaplar
Chernow, R. (2004) Titan: The Life of John D. Rockefeller Sr., Vitange Books, USA
Faul, J. ve Nikpay, A. (2007), The EC Law of Competition, Second Edition, Oxford University Press
Geradin, D.; Farrar, A.L.; Petit, N. (2012) EU Competition Law and Economics, Oxford University Press, UK.
McLean, J. G. (1954) The Growth of Integrated Oil Companies, Harvard University Press, USA
Ohmae, K. (1991) The Borderless World: Power and Strategy in the Interlinked Economy, McKinsey Company, USA.
Payson, S. (2014) Public Economics in the United States: How the Federal Government Analyzes and Influences the Economy, ABC-CLIO, LLC, USA
Reinhart, C. Ve Rogoff, K. (2011) This Time Is Different: Eight Centuries of Financial Folly, Princeton University Press, USA
Safrin, B. ve Jones, A. (2011) EU Competition Law, Fourth Edition, Oxford University Press, UK.
Wish, R. (2009) Competition Law, Oxford University Press, UK
Yergin, D. (2011) The Quest, Penguin Books, USA
Yergin, D. (2008) The Prize, Free Press Publishers, USA
Internet Siteleri






[1]Perakende Olmayan Satışlar (Non-Forecourt Sales): Üst pazarda faaliyet gösteren sağlayıcı rafineriler tarafından rafinaj sonrası elde edilen dizel, benzin veya ısınma amaçlı kullanılan yakıtların yeniden satıcılara (gaz istasyonları ya da toptan satıcılar gibi) ya da büyük miktarda (minimum 1 tanker) alım yapıp kendi depolama tesislerinde ürünü saklayabilecek nihai tüketicilere (lojistik şirketleri, endüstriyel kullanıcılar gibi) yapılan satışlardır.
Perakende Satışlar (Forecourt Sales): Üst pazarda faaliyet gösteren sağlayıcı rafineriler tarafından rafinaj sonrası elde edilen dizel, benzin veya ısınma amaçlı kullanılan yakıtların bezin istasyonları vasıtalarıyla araç sahibi olan nihai tüketicilere yapılan satışıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder