1.
Giriş
1850 tarihinden
itibaren günümüze kadar geçen süre içinde enerji sektöründe yaşanan gelişmelere
bakıldığında, sektörün yapısını kökünden değiştiren iki benzer örüntünün olduğu
görülmektedir. Bunlar; 1871 tarihinde Standard Oil Ohio’nun (Standard Oil)
ortaya çıkışı ve onun enerji sektöründe neden olduğu büyük konsolidasyon ile
1998 yılında başlayan ve yaklaşık 18 ay boyunca tüm dünyayı kasıp kavuran Asya
krizinin enerji sektöründe neden olduğu ikinci büyük konsolidasyondur.
Bu iki örüntünün
ilkinde, petrolün varil fiyatının, petrol arz-talep dengesinin bozulması ve
ortaya çıkan arz fazlası nedeniyle 48 cent seviyesine düşmesi, bir başka ifade
ile aynı tarihlerde varili 51 cent olan içme suyundan daha ucuz hale gelmesi
sonucunda petrol endüstrisinde yaşanabilecek topyekûn batışın önüne geçmek isteyen
Standard Oil’ın neden olduğu bir hayatta kalma mücadelesi vardır.
İkinci örüntüde
ise Asya krizi nedeniyle düşen petrol talebinin petrol fiyatlarını 6 dolar
seviyesine indirmesi ve bu nedenle enerji şirketlerinin gelirlerinin
azalmasının yanında kolay petrol projelerinin yerini finansal açıdan daha
maliyetli, daha kaliteli insan kaynağı gerektiren, daha fazla know-how isteyen
ve daha zor coğrafi şartlarına sahip projelere bırakması ile ortaya çıkan ölçek
ekonomisi ihtiyacı ile başlayan ikinci büyük konsolidasyon hareketi
bulunmaktadır.
Bu iki örüntünün
etkisi o kadar geniş çaplı olmuştur ki dışarı doğru genişleyerek giden
dalgalardan en fazla etkilenen alanlardan birisi de rekabet hukuku olmuştur.
İlk örüntü sonucunda ortaya çıkan konsolidasyon neticesinde modern rekabet
hukukunun doğumu gerçekleşmiş; ikincisinin sonucunda da bir daha asla olmaz
denilen seviyede re-konsolidasyona tanıklık edilmiştir. İşin ironik yanı, bir
daha böyle konsolidasyon olmasın diye doğan modern rekabet hukuku, kendi doğum
sebebi ile ters düşecek şekilde, üstelik doğduğu ülkede, kendi yaratıcılarının
hatırasına ihanet (!) ederek, beklentilerin tam aksi yönde bu konsolidasyona şartlı
da olsa izin vermiştir.
Bu gelişmelerden
çıkarılması gereken derslerin neler olduğuna bu makalenin sonunda detaylı
biçimde değinilecek olmakla beraber, burada vurgulanmasında yarar olan birkaç
tanesi şu şekildedir: Büyük resme odaklanmak; Asla anlatılan bir hikâyeye tek
yanlı olarak bakmamak (Standard Oil bir şeytandır gibi); Hiçbir şeye peşinen
hayır dememek; Mevcut görüş yaşanılan yaşadığın problemi çözmüyorsa bakış açısını
değiştirmek; Sorgulamak; Değişime ayak uydurmak.
Bir de bu
gelişmeler bize göstermiştir ki aslında biz ve bizden önceki nesillere okullarda
anlatılan konvansiyonel tarih aslında dünya enerji arenasında sergilenen
oyunların paralel evrendeki yansımasıdır. Biz ve bizden önceki dönemlerde kısıtlı
imkanlarla büyüyen kuşaklar sadece paralel evren yanılsamasını yani “sonuç”
kısmını görerek büyümüşken; teknoloji ve internet sayesinde bilgiye ulaşmakta
sıkıntı yaşamadan büyüyen yeni nesil bu yanılsamaya neden olan gerçek evreni
yani “neden” kısmını görebilecek konuma gelmiştir. Bu sayede gerçek evren ve
paralel evren gözle görülebilir şekilde yakınsamış ve anlatılan yakın tarihin
neredeyse tamamen devletlerin enerji politikaları ve onların hamleleri ile
şekillendirilmiş olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu uzun ve
eğlenceli maceranın tamamını tek bir makaleye sığdırabilmek mümkün değildir.
Dolayısıyla, bu konuda üretim yapmak isteyen herkese fazlasıyla yetecek kadar
malzeme mevcuttur. Bu makalede ise geçmişe kısa kısa geri dönüşler yapılmak
suretiyle, yukarıda belirtilen iki büyük örüntü ve onların rekabet hukuku ile
olan ilişkisi anlatılacaktır.
2.
Birinci Örüntü
2.1.
Petrolün Amerika Birleşik Devletlerindeki (ABD) Keşfi
Petrol, ABD’de
ilk defa 27 Ağustos 1859 tarihinde Pennsylvania, Titusville’de Albay Drake ve
onun başında olduğu bir ekip tarafından keşfedilmiştir. Her keşifte olduğu gibi
petrolün keşfinde de birçok tesadüf, iyi adamaların doğru zamanda doğru yerde
olması ve hepsinden önemlisi keşif için sarsılmaz bir iradenin varlığı önemli
rol oynamıştır. Petrolün keşfinden sonra, “altın hücumuna” benzer şekilde
“petrol hücumu” başlamış petrolün keşfinden sadece 15 ay sonra Titusville’de 75
adet petrol kuyusu faaliyete başlamıştır. 1862 yılına gelindiğinde Batı
Pennsylvania’daki günlük petrol üretimi yaklaşık 3 milyon varil seviyesine
ulaşmıştır.
Petrol arzının
bu şekilde katlanarak artması, Ocak 1861 tarihinde varil fiyatı yaklaşık 10
dolar olan petrolün fiyatının, 1862 senesinin Ocak ayında yani tam bir sene
sonra yaklaşık 10 sent seviyesine kadar düşmesine neden olmuştur. Bunun düşüşün
nedeni, petrol ve dolayısıyla kerosen arzdaki artışı karşılayacak kerosen
talebinin özellikle lojistik kısıtlar nedeniyle kısa sürede yaratılamamış
olması ve kerosenin ancak Pennsylvania etrafındaki pazarlarda kısıtlı miktarlarda
tüketilmesi olmuştur. Petrol fiyatlarının yukarıya doğru hareketi ancak 1863
senesinin sonlarına doğru olmuş ve fiyatlar 7 dolar seviyesine çıkmıştır.
Ancak, kerosen fiyatları arz ve talepte yaşanan dalgalanmalar neticesinde bir
türlü istikrarlı hale gelememiş ve 1861-1865 senesinde yaşanan Amerikan İç
Savaşı’nın da etkisiyle çok geniş bir bantta dalgalanmaya devam etmiştir.
Petrol
endüstrisini çok köklü bir şekilde etkileyecek bir başka yenilik ise petrol
boru hatlarının keşfedilmesi olmuştur. Petrolün ilk çıkarıldığı yıllarda
kuyulardan rafinerilere, oradan da nihai kullanıcılara satıldığı yerlere nakli
ahşap variller içinde at arabaları ile yapılmaktaydı. Ancak hem yolların çok
kötü, bataklık ve çamur olması hem de hava koşullarının nakliye imkanlarını
doğrudan etkilemesi nedeniyle yeni arayışlar başlamış ve önemli miktarda karşı
lobi faaliyetine rağmen ilk ahşap petrol boru hattı 1866 yılında döşenmiştir.
Borular ile taşımanın at arabasıyla taşımaya göre önemli miktarda ucuz ve kolay
olması, takip eden senelerde petrol boru hattı sayısının hızla artmasına neden
olmuştur. Petrolün bu şekilde mobil hale gelmesi ile likit bir alım satım
pazarı oluşmaya başlamış ve ABD tarihinin ilk resmi petrol emtia borsası 1871
yılında Titusville’de faaliyete başlamıştır.
2.2.
Ejderhanın Doğumu
Petrole hücum
Pennsylvania Titusville’de başlamış ve kısa sürede ABD’nin diğer bölgelerine
doğru yayılmıştır. Bu bölgelerden birisi de Titusville’in yaklaşık 200 km.
doğusunda Ohio eyaletinde bulunan Cleveland şehridir.
Standard Oil’ın
kurucusu John D. Rockefeller 1834 tarihinde New York’ta doğmuştur. Babası
kereste, tuz ve bitkisel ilaçlar satan bir tacir olduğu için ailesini Ohio’ya
taşımıştır. Çocukluğunda inatçı, kararlı, detaycı ve matematiğe olan yatkınlığı
ile ilgi çeken Rockefeller, bir tacir olan babasının da etkisiyle ve matematiğe
olan yatkınlığı sayesinde 7 yaşında hindi alıp satmaya başlayarak ticarete ilk
adımını atmıştır. Başarılı bir eğitim hayatının ardından 1855 yılında 16
yaşında muhasebeci olarak işe başlayan Rockefeller, kısa süre sonra Maurice Clark ile ortak
olduğu şirketini kurmuş ve domuz, buğday ve tuz ticaretine başlamıştır. İç
savaşın ve petrole hücum ile artan nüfusun etkisiyle işlerini kısa sürede
büyüten ikili, bölgedeki trendi takip ederek petrol ticaretine de adım atmış ve
1863 yılında ilk petrol rafinelerini kurmuşlardır.
1865 yılında
işleri büyütüp büyütmemek konusunda görüş ayrılığına düşen Rockefeller ve
Clark, bu sorunu, ortaklığı kendi içlerinde bir açık artırma seansıyla sona
erdirerek çözmeye karar vermiştir. Buna göre, 500 dolar ile başlayan açık
artırma, 72.000 dolar öneren Maurice’in teklifine 72.500 dolar ile karşılık
veren Rockefeller’in üstünlüğü ile sona ermiş ve Maurice elindeki hisseleri
ortağına devretmiştir. 1865 yılının bir Şubat gününde gerçekleşen bu olay,
dünya petrol ve enerji tarihinin de kırılma anlarından birisi olarak kayıtlara
geçmiştir.
1866 yılında bir
rafineri daha inşa ettiren Rockefeller, ürettiği yağ ve keroseni satabilmek
için yeni pazarlara ihtiyaç duyduğunu görmüş ve bu nedenle New York şehrinde
bir iştirak kurarak hem doğu sahilindeki şehirlere hem de New York limanı
sayesinde dünyanın farklı yerlerine kerosen ve yağ ithal etmeyi planlamıştır.
Matematik ve
muhasebe bilgisi ile maliyetlerini kontrol altında tutarak ve nakit pozisyon
alarak büyüme yoluna giden Rockefeller, petrole hücum akımı sayesinde fırıncı,
demirci, pastacı ve hatta kasap olan kişilerin bile petrol işine girdiğini, bu
nedenle petrolün arzının kontrolsüz biçimde arttığını ve bunun da ekonomik gücü
zaten çok sınırlı olan ve ilkel şartlarda faaliyet gösteren rafinerileri
etkileyerek petrol, kerosen ve yağ fiyatlarını çok keskin biçimde
dalgalandırdığını fark etmiştir. Genel uygulamadan farklı olarak kendi üretim
yaptığı arazileri satın alan, üzerindeki ağaçlar ile de ihtiyacı olan petrol
boru hatlarını ve varilleri yapan Rockefeller, New York’ta kurduğu iştirakine
ait depolara ve Hudson nehrini kullanarak diğer şehirlere ürün göndermek için
deniz yoluyla taşımacılığına da adım atmıştır. Sağlam temeller üzerinde kısa
sürede hızlı bir şekilde büyüyen Rockefeller, 1860 yılının sonlarına doğru
dünyanın en büyük rafinericisi konumuna yükselmiştir.
Standard Oil
şirketinin doğuşuna Rockefeller kadar büyük katkısı olan bir diğer önemli
kişilik de Henry Flagler’dır. Flagler 1867 yılında Rockfeller’ın şirketine
ortak olarak katılmıştır. O tarihten önce viski ve tuz ticareti yapan ancak
iflas eden Flagler, hareketli, enerjik, biraz kaygısız ve atılgan kişiliği ile
Rockefeller da olmayan bütün özelliklere sahip bir figür olarak Rockefeller’i
tamamlamıştır.
Flagler,
Rockefeller’in sahip olduğu en yakın ve en samimi arkadaş olarak ABD ve dünya enerji
sektörünün şekillenmesine neden olan kararların alınmasına önemli etkisi
olmuştur. İkili, 1870 yılında, ürünlerinin standart olma özelliğini de ön plana
çıkaran bir isim üzerinde mutabakata varmış ve şirketin adını ve türünü (anonim
şirket olarak) değiştirmiştir. Bu sayede, Rockefeller’ın % 25 hissesine sahip olduğu dünya
enerji tarihinin en önemli şirketi olan Standard Oil ortaya çıkmıştır.
2.3.
Tren Yolu Taşımacılığı Şirketleri ve Standard Oil: İlk Önemli Kartel Girişimi
Rockefeller’in ilerleyen
dönemde rekabet hukukuna yapacağı katkıların(!)ilk denemesi, Standard Oil
kurulduktan kısa süre sonra Pittsburgh, Pennsylvania ve New York ile birlikte
dönemin rafineri merkezlerinden birisi halinde gelen Ohio’daki işlenmiş
petrolün taşınmasına ilişkin olarak tren yolu taşımacıları ve Standard Oil
arasında yapılmıştır.
Şirkete ortak
olduktan sonra Standard Oil’in ürettiği ürünlerinin tüketim merkezlerine
ulaştırılmasından (lojistiğinden) sorumlu olarak çalışmaya başlayan Flagler,
şirketi, kısa sürede şirketin sahip olduğu ölçek, nakit pozisyon ve etkin
çalışma prensipleri ile tren yolu taşımacılığı yapan şirketler için çok önemli
bir müşteri haline getirmiştir.
Standard Oil’ın
naklini yaptığı ürün miktarının fazla olması, ödeme gücü ve agresif yaklaşımı,
Standard Oil’in işlerini almak yoğun çaba harcayan tren yolu taşımacılarının
arasındaki rekabeti oldukça artırmıştır. Bunun sonucunda, 1871 yılında, yakın
tarihin tarihin ilk kartel denemelerinden birisi yaşanmış ve Cleveland
üzerinden geçen üç büyük demiryolu şirketi Erie, Pennslyvania ve New York
Central ile Standard Oil arasında South Improvement Company (“SIMCo”) adlı bir
ortak girişim kurulmasına karar verilmiştir. Şirketin başkanlığına Pennslyvania
demiryolu şirketinin de aynı görevi yürüten Thomas A. Scott atanmıştır.
SIMCo bünyesinde
yapılan toplantılar neticesinde taraflar şu hususlarda anlaşmaya varmıştır:
- Clevland-New York arasında taşınacak bir varil petrol için belirlenen tarifet 2.56 dolar olacak, ancak Standard Oil 1.06 dolar geri ödeme alacaktır.
- Demiryolu şirketleri, aynı güzergahta Standard Oil’e ait olmayan petrol taşımaları halinde şirkete varil başına 1.06 dolar ceza ödeyeceklerdir.
- Stadandard Oil’in rakiplerinin petrol taşıdıkları güzergahları, onlara uygulanan tarifeler, taşıma sıklığı, miktarı ve tarihleri hakkında bilgiyi düzenli olarak Standard Oil’e vereceklerdir.
- Standard Oil’ın yarattığı iş hacmi üç demir yolu arasında Pennsylvania 2 pay, Erie ve New York Central 1’er pay olarak paylaştırılacaktır.
- Standard Oil demir yolu şirketlerine petrol taşıyabilmeleri için tanker desteği verecektir.
Görüleceği
üzere, lafzı veya yapısı birbirinden ne kadar farklı olursa olsun, dünya
üzerindeki bütün rekabet hukuku uygulamalarının temel paydalarından birisi olan
“Anlaşmalar” genel kategorisi altında yer alan ve yapılması yasaklanan fiyat
tespiti, müşteri paylaşımı, bölge paylaşımı, rakiplerin faaliyetlerinin
zorlaştırılması ve hassas bilgilerin değişimi gibi eylemlerin tamamı 1871
tarihli anlaşmanın içinde mevcuttur. Sherman Act’in 1890 yılında kabul edildiği
düşünüldüğünde, John D. Rockefeller’in rekabet hukuku katkıları açısından daha
çıraklık döneminde bile çok iyi iş çıkardığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Bahse konu
anlaşmanın bir şekilde Pennslyvania’daki yerel gazetelere sızması ile başta
Henry Huttleston Rogers ve Charles Pratt’ın kurmuş olduğu “Charles Pratt and Company”
olmak üzere, bölgedeki bağımsız petrol üreticileri ile bağımsız petrol
rafinericileri anlaşmaya ve SIMCo’ya büyük tepki göstermiştir.
Bölgede kitlesel
eylemlere yol açan bu gelişmenin ardından ortaya çıkan tepkiler neticesinde,
Pennslyvania yasama organı tarafından SIMCo’nun kuruluş anlaşması ilga
edilmiştir. Bu da yine rekabet hukuku tarihi açısından önemli bir gelişmedir
çünkü “rekabet kanununa aykırı olan anlaşmalar yok hükmündedir” düzenlemesinin
farklı bir uygulaması hayata geçmiş ve SIMCo üyeleri yaptıkları anlaşmaya uygun
(tepkiler nedeniyle) tek bir taşıma dahi yap(a)madan anlaşma yok hükmünde
sayılmıştır.
2.4.
Operasyon “Morose”
1860 yılların
sonunda gelindiğinde, düzensiz ve kurumsal olmayan üretim yanında depolama,
nakliye veya ulaşım imkanlarındaki zorluklar nedeniyle petrolün arzında ve
reklam ve tanıtım imkanlarının kısıtlı olması, nüfus yoğunluğunun belirli
merkezlerde toplanması ve kerosenin aydınlanma dışında sınırlı miktarda
kullanılması nedeniyle arz ve talep dengesizlikleri had safhaya ulaşmıştır. Bu
dengesizliğin en önemli sonucu ise petrol ve kersen fiyatlarının da aynı
şekilde dalgalanması ve hem rafinerilerin hem de perakende kerosen ticareti
yapan şirketlerin finansal açıdan zor
duruma düşmesi olmuştur. 1870’li yılların başında petrol fiyatları 48 cent
seviyesine kadar düşmüş ve aynı dönemde satılan bir varil petrol, bir varil
içme suyundan ucuz hale gelmiştir.
Böyle bir
manzara-i umumiyenin hakim olduğu dönemde bu gidişe artık bir dur demesi gerektiğini
düşünen Rockefeller, petrol sektörünü güvenli, stabil ve karlı hale getirmek
istemiş ve 1870 yılında Stadard Oil’i kurarak konsolidasyon sürecini büyük bir
gizlilik içinde başlatmıştır. Bu operasyon sürecinde Standar Oil’in kod adı yine
ironik bir şekilde suratsız ya da asık suratlı anlamına gelen “Morose”
olmuştur.
Operasyonun ilk
ayağında rafinerilerin alınmasına karar veren Rockefeller ve ekibi, öncelikle
kendi pazarında lider olan rafinerilere dostça yaklaşarak satın alma
tekliflerini iletme yoluna gitmiştir. Karşılıklı müzakere sürecinde Standard Oil’in ne kadar karlı bir şirket olduğu gösterilmiş ve finansal açıdan zor durumda olan rafinelerin Standard Oil’e katılması durumunda bunun karşılıklı bir kazan-kazan durumu olacağı hususunda devralma hedefi olan şirketler ikna edilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşım başarılı sonuç
vermediği takdirde, Morose ekibinin
“rakibi iyice terletmek” adını verdikleri eylemlere başvurmuşlardır. “Rakibi
iyice terletmek”, adından da anlaşılabileceği üzere modern rekabet hukukundaki
“yıkıcı fiyat” olarak adlandırılan konseptten başka bir şey değildir. Satın
alınma teklifini reddeden rafineriyi terletmek isteyen Morose, bölgede
fiyatları maliyetinin altına düşürerek ilgili rafinerinin her gün daha fazla
zarar etmesine neden olarak tekliflerini reddeden şirketleri pes ettirmiş ve en sonunda onları satın alınmaya ikna etmiştir.
Yaklaşık 9 yıl
süren Morose operasyonu 1879 yılında sona ermiş ve Standard Oil ABD rafineri pazarının % 90’lık kısmını, petrol boru
hatlarının nerdeyse tamamını ve petrol nakliyesi pazarının da büyük bir kısmını
kontrol eder hale gelmiştir.
2.5.
Tröstün Yapısı
Rafineri
pazarının bir kısmını satın alan, diğer bir kısmını kurduğu tröst bünyesinde
bir araya getiren ve nihayetinde %90’lık bir payı kontrol etmeyi başaran
Standard Oil’ın rekabet hukuku tarihine kazandırdığı en önemli yeniliklerden
birisi de kurmuş olduğu tröstün yapısı olmuştur.
Tröstün kuruluşu
2.1.1882 yılında imzalanmış Standard Oil Tröst Anlaşması (“Anlaşma”) ile
yapılmıştır. Anlaşmaya göre öncelikle John ve William Rockefeller, Oliver H.
Payne, Charles Pratt, Henry Flagler, John D. Archbold, William G. Warden, Jabez
Bostwick ve Benjamin Brewster’dan oluşan Tröst Yönetim Kurulu (“TYK”) oluşturulmuştur.
TYK, 700.000 adet hissenin basılmasına karar vermiş ve TYK üyesi Rockefeller
191.700, Flagler da 60.000 adet hissenin sahibi olmuştur. Böylece iki eski
ortak yeni ortaya çıkan tröstün yaklaşık % 36’lık kısmını beraberce kontrol
eder duruma gelmiştir.
TKY, 14 tanesi
tamamen, 26 tanesi de kısmen Standard Oil’e ait olan şirketleri toplam 41 hissedar namına yönetmek ve bahse konu şirketlerin
yöneticilerini atamakla görevli olarak çalışmıştır. Bu sayede, o dönemde birleşme
ve devralmalar yoluyla hakim duruma geçilmesinin kontrolünü sağlayan bir yasal düzenleme bulunmadığından, kısa süre içinde tarihin en büyük ve yasal olan tröstü ortaya çıkmıştır.
Başta kerosen ve
fuel-oil olmak üzere yaklaşık 300 adet ürün üretmekte olan bu 40 şirketlik dev
yapı, bünyesinde kurulmuş olan Ülke İçi Ticaret, İhracat, Boru Hatları, Ambalaj-Varil,
Yağ ve Üretim Komiteleri vasıtasıyla kontrol edilmiştir. ABD’nin dört bir
tarafından gelen raporlar bu komitelere intikal etmekte ve TKY gözetiminde
komitelerde alınan kararlar ile yönetilmiştir. Zamanın iletişim imkânları da
göz önüne alındığında, böyle büyük bir yapının bu denli etkin biçimde
yönetilmiş olması, iş hayatına muhasebeci olarak başlayıp dünyanın en zengin
insanı haline gelen bir adamın ticari dehasının göstergesi olarak
değerlendirilmelidir.
1882 yılında
sonra Standard Oil’ın ticari politikalarına bakıldığında, şirketin her daim
yeni pazarlar arayan, virgülden sonraki üçüncü basamağı dahi hesaplayacak kadar
maliyet odaklı, teknolojiyi takip edip yatırım yapan, yüksek rafinaj kapasitesi
sayesinde ölçek ekonomisine sahip ve tüketicileri için her daim kaliteli ve
ucuz ürünler üreten bir şirket olduğu görülmektedir. Bu özellikleri sayesinde
şirket, 1880’li yılların ortalarında global petrol üretim kapasitesinin dörtte
birini kontrol eden, ABD içinde veya Avrupa petrol piyasalarında arbitraj
imkanlarını değerlendirebilecek kadar üstün bir iletişime ve rakipleri ile
piyasaları çok yakından takip edebileceği istihbarat ağına sahip dev bir şirket
haline gelmiş ve şirketin merkezi 1885 yılında Clevland şehrinden New York’a
taşınmıştır.
2.6.
Beyaz Atlı Şövalyenin Ortaya Çıkışı ve Ejderhanın Ölümü
Standard Oil’in kısa
sürede yaşadığı çok hızlı büyüme sürecinde ezip geçtiği şirketlerin
çalışanları, hissedarları, işini kaybeden kişiler, rakip şirketler ve petrol
taşıma şirketleri gibi hem politik hem de yargı alanında etkili lobilere sahip
uzun bir düşman listesi edinmiştir. Buna karşın ne Rockefeller ne de TKY
üyeleri, bu uzun listeye önem vermemiştir. Bu aktörler kendilerini kurdukları tröst ile aslında
tüketicilere ucuz ve standart kalitede ürün sağlayan kahramanlar olarak olarak gördüklerinden, kendileri hakkında oluşan bu olumsuz havayı hiçbir zaman anlamamışlardır.
Standard Oil’in
yaşadığı kayda değer büyümenin bir diğer nedeni de 1820-1870 yılları arasında
yaşanan Amerikan sanayi devrimidir. Amerika kıtasına yayılmış küçük ve işgücü
yoğun işletmelerden meydana gelen Amerikan ekonomisinin 1870’li yılların
başında sanayileşme sürecini tamamlamasıyla neredeyse tüm mal veya hizmet
pazarlarında üretim konsolide olmuş ve Standard Oil kadar olmasa da bir çok
sektörde dev şirketler yani tröstler ortaya çıkmıştır.
Bu durum, hakim
duruma haiz tröstlerin yani ejderhaların, sahip oldukları gücü sadece kendi
lehlerine olacak şekilde kötüye kullanması ve bu sayede elde ettikleri parasal
güç ile politik ve yargı arenasında yarattıkları kirlilik ile hem Amerikan
halkının hem de politikacıların eleştiri oklarının hedefi haline gelmesine
neden olmuş ve en büyük tepki tabi ki ejderhaların en büyüğü olan Standard
Oil’e yönelmiştir.
Sherman
Antitrsut Act (“Sherman Yasası”) 1890 yılında Cumhuriyetçi Parti Ohio (Standard
Oil’ın doğduğu eyalet) Senatörü John D. Sherman tarafından teklif edilmiş ve
Kongre tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Sherman Yasasından önce Kansas,
Teksas, Oklahoma, Ohio ve diğer bazı eyaletler, eyalet meclislerinde Sherman
Yasasına benzer rekabet hukuku düzenlemeleri kabul etmiş ve kabul edilen bu
metinlere istinaden Standard Oil hakkında çeşitli davalar açılmış da olsa,
eyaletler arası ticareti engelleyecek nitelikte her türlü anlaşma veyahut
mevcut bir hakim durumun kötüye kullanmasını yasaklayan federal düzeydeki ilk rekabet
hukuku düzenlemesi Sherman Yasası olmuştur.
Sherman Yasası
Kongre tarafından kabul edildikten sonra çeşitli nedenlerle tröstlere karşı
hemen uygulanamamıştır. Sherman Yasasına istinaden Standard Oil aleyhine dava
açılabilmesi, 1901 yılında başkan seçilen ve seçim kampanyasını neredeyse
tamamen tröstlerle ve onların yarattığı yozlaşmayla mücadeleye dayandıran ve
lakabı “Tröst Yok Edici” olan Theodore Roosevelt sayesinde mümkün olabilmiş ve
söz konusu konu dava,1906 yılında St. Louis Federal Mahkemesinde açılmıştır.
Davanın
açılmasının ardından Standard Oil, sahip olduğu güçlü maddi imkanlar sayesinde
Amerika’nın en iyi hukukçularından oluşan bir takım kurmuştur. Bu ekibin
karşısında devleti temsil eden avukat ise daha sonraki dönemde senatör
seçilmiş, iç işleri bakanlığı yapmış ve Nobel ödülü almış olan Frank B. Kellogg
olmuştur. Üç yıla yakın süren dava sürecinde 444 tanık dinlenmiş, 1371 kanıt
incelenmiş ve bunların sonucunda yaklaşık 21 ciltten meydana gelen 15 bin
sayfalık rapor yazılmıştır. Roosevelt yönetimi tarafından getirilen ve Standard
Oil’ın parçalamasını öngören talep, 1909 yılında St. Louis Federal Mahkemesi
tarafından kabul edilmiştir. Standard Oil, kararı Yüksek Mahkemeye taşıyarak
temyiz etmiş ancak karar 1911 yılında Yüksek Mahkeme tarafından da onanarak
kesinlik kazanmıştır.
Mayıs 1911
tarihinden verilen kararın ardından iki ay sonra Standard Oil, parçalanma
konusundaki planlarını açıklamış ve şirketinin 34 parçaya bölüneceğini
duyurmuştur. Bu bölünme planındaki en büyük parçalar aşağıdaki şekilde tespit
edilmiştir.
- Şirketin net değerinin neredeyse yarısını oluşturan New Jersey Standard Oil Company (“Exxon”).
- Net değerin yaklaşık % 9’unu temsil eden Standard Oil of New York (“Mobil”).
- Standard Oil of California (“Chevron”).
- İlerleyen dönemde British Petroleum’un (BP) Amerika kolu haline gelen Standard Oil of Ohio.
- Standard Oil of Indiana (“Amoco”).
- The Continental Oil and Transportation Company (“Conoco”)
- Atlantic Richfield Company (“Arco”).
- Diğer 32 küçük ve orta ölçekli şirket.
Bu karar ile ilk
örüntü tamamlanmış, rekabet hukuku dünyaya gelmiş ve dünyanın o güne kadar görmüş
olduğu en büyük tröstün parçalanmasında kullanılmıştır. Bahse konu karar, bağımsızlığını kazanan 34
şirketin ayrı ayrı faaliyete başlamasıyla ekonomik ve tröstlerin bulunduğu
diğer sektörlerde de benzer kararların alınmaya başlamasıyla rekabet hukuku
açısından büyük değişiklikleri beraberinde getirmiştir.
2.7.
Mutlu Son!
Ejderha
öldürülmüş, 34 parçaya bölünmüş ve beyaz atlı şövalyemiz rekabet hukuku
parlayan zırhıyla ortalarda gezmeye ve tröstleri avlamaya başlamıştır.
Ejderhanın öldürülmesinin ardından faaliyetlerine bağımsız olarak devam Standard
Oil şirketlerinin pek çoğu, hem yeni teknolojik gelişmelerin yarattığı etkinlikler
ve yeni imkânlar hem de Amerika’nın farklı bölgelerinde yeni petrol
rezervlerinin keşfedilmesiyle birlikte faaliyetlerine başarılı bir şekilde
devam edebilmiştir.
Parçalanma
planlarının halka açıklanmasından hemen önce, şirketin hisse fiyatlarının
ulaşabileceği en yüksek seviyeye ulaştığına inanan danışmanlarından birisi
Rockefeller’e bütün hisselerini satmasını önermiştir. Bu öneri reddeden
Rockefeller’ın sahip olduğu hisseler parçalanmanın ardından bir miktar değer
kaybetmiştir. Paniğe kapılmayıp hisseleri elinde tutan Rockefeller bu kararının
meyvelerini kısa sürede almıştır. Yaklaşık bir yıllık sürenin ardından, 34
parça şirketin 33 tanesinin hisse değeri ikiye katlanmış, Amoco’nun değeri ise
üç katına çıkmıştır. Bütün bu şirketlerin tamamında oransal olarak %30
civarında hisse senedine sahip olan Rockefeller’ın hisselerindeki ve paralel
olarak servetindeki toplam artış bugünün parası ile 9 milyar dolar olmuştur.
Amerikan Yüksek
Mahkemesinin kararı olmasa belki yıllar sonra ulaşılacak 9 milyar dolarlık değer
artışına bir yıl gibi kısa bir sürede 34 parça farklı şirket ile ulaşan
Rockefeller için ister şanslı, isterse de dahi denilsin; bu durum, devletin
piyasa başarısızlıklarının yaşandığı mal ve hizmet piyasalarına yapacağı
müdahalelerin (müdahale ne kadar doğru olursa olsun) her zaman kontrol dışı yan
etkilerinin olabileceği gerçeğini göstermektedir.
3.
İkinci Örüntü
Yüksek seviyede
kaldıraçlı hale gelen ülke ekonomileri, farkından olmadan arkalarını finansal
bir uçuruma vermiş ve o şekilde uçurumun kenarında ekonomilerdir. Bu
ekonomilerin o uçurumdan aşağı itilmesi için gereken son hareket, ne zaman ve
nerede olacağı kestirilemeyen bir mali krizin ortaya çıkması ve onları tek bir
hamle ile aşağı itmesidir.
Mali krizler,
daha fazla alt gruba ayrılabilmesi mümkün olabilse de sayısal bazda iki ana
sınıfta toplanabilir: Enflasyon Krizleri ve Para Birimi Krizleri. Enflasyon
krizleri, bir ülkenin 12 aylık bir zaman dilimi içinde % 20 veya üzerinde
enflasyona sahip olmasıdır. Para birimi krizleri ise bir ülkenin para biriminin
çıpa olarak alınan para birimine karşı (Dolar, Euro veya Pound) yıllık olarak %
25’ten fazla değer kaybetmesidir.
Bunun dışındaki
belirli varlıkların aşırı değerlenmesi ile ortaya çıkan “varlık fiyatı balonu”,
bankacılık krizleri, ülkenin iflas etmesi ile dış borçların veya iç borçların
ödenememesi gibi çeşitli kriz sınıflandırmaları da yaygın biçimde
kullanılmaktadır. Bu makaleye konu edilmiş Asya Krizi, içinde doktrinde yapılan
kriz tanımlamalarının neredeyse tamamından özellikler barındıran karma bir mali
kriz niteliğindedir.
3.1.
Asya Krizi
Asya Krizi,
niteliği itibariyle domino etkisi göstermiş olan bir mali krizdir ve temel
nedenleri yetersiz mali düzenleme ve denetim nedeniyle kredi disiplinin
bozulması, yanlış yatırım, yanlış üretim ve borç politikaları sonucu özel
sektörün batık kredilerinin çok artması ve bunun sistemi tıkamasıdır. Buna
ilaveten gerçekçi olmayan kur politikası ile ülkelere güvenin kalmaması
nedeniyle yaşanan sıcak para çıkışı, kurun aşırı değerlenmesi sonucu ihracatın
rekabetçiliğini yitirmesi ve en nihayetinde büyük çaplı devalüasyonlar nedeniyle
borçların ödenemez hale gelmesi de Asya krizinin diğer nedenleridir.
Asya krizi esas olarak Tayland’da döviz krizi olarak başlamış ve kısa
sürede önce Filipinler ve Endonezya’ya, daha sonra da Malezya’ya yayılmıştır.
Tayland’da başlayan finansal kriz, Asya kaplanları olarak kategorize edilen ve
90’lı yılların örnek gösterilen ekonomileri arasında olan Tayland, Filipinler,
Endonezya ve Malezya ve daha birçok ülkenin
reel ekonomik aktivitelerini ciddi bir biçimde etkilemiştir. Krizden
etkilenen ülkelerin para birimleri 1997 ikinci yarısında ve 1998 yılının Ocak
ayında oldukça önemli biçimde değer kaybetmiştir. Bu değer kaybından en çok
etkilenen ülke ise para birimi (Rupiah) % 80 değer kaybeden Endonezya olmuştur.
3.2.
Ekonomik Kriz Sürecinde Petrol Talebi
Asya ülkelerinde
yaşanmakta olan bu mucizevî büyüme, başta petrol olmak üzere tüm enerji ve
emtia talebinin artmasına neden olmuştur.
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), neredeyse tüm delegelerinin
aklında Asya mucizesi sonucu ortaya çıkan yüksek petrol talebini nasıl
karşılayacaklarına ve bu işten kazanacakları paralara ilişkin tatlı hayaller
ile olağan toplantılarından birisi için 1997 yılının Kasım ayında Endonezya’nın
başkenti Cakarta’da bir araya gelmiştir.
OPEC
delegasyonlarının Asya mucizesinin kahramanı kaplanlardan birisi olan
Endonezya’nın başkentinde kaldıkları 5 yıldızlı lüks otelin hem tam olarak
tamamlanmamış olması hem de otelde sularının sürekli kesilip durması, beklide
kısa süre sonra yaşanacakların kehaneti olarak ortaya çıkmış ancak tabi ki
anlaşılamamıştır.
Bahse konu
toplantı 4 gün sürmüş ve sonucunda OPEC’in günlük petrol üretimini 2 milyon
varil artırmasına karar verilmiştir. Aslında bu karar, Uluslararası Enerji
Ajansı’nın (IEA) 1996-1997 yılları
arasında günlük petrol talebinin yaklaşık 2 milyon varil arttığını gösteren
istatistikleriyle tutarlı bir karardır. Ancak OPEC’in varsayımları ve talep
projeksiyonları ne kadar gerçekçi olursa olsun, parametreleri tahmin edilen
talep fonksiyonunun yaklaşmakta olan Asya krizi nedeniyle formüle edildiği
şekliyle çalışması mümkün olmamıştır.
3.3.
Şov Başlıyor
Cakarta’daki
OPEC konferansı sırasında üretimi artırma kararının verildiği gece iki OPEC
delegesi ve Uluslararası Para Fonu (IMF) yetkilileri akşam yemeğine çıkmış ve
delegelere o tarihte Tayland’da başlamış olan krizin tüm Asya’ya ve oradan da
dünyaya yayılma tehlikesi olduğu bilgisi verilmiştir.
Tayland
ekonomisi aşırı miktarda sıcak para girişi ile ısınmış, geri dönüşü olmayan
yatırımlara yabancı para birimleri üzerinden borçlanarak kaynak aktarılmış,
para birimi suni biçimde aşırı değerlenmiş ve nihayetinde ülke ekonomisi Temmuz
1997’de çökmüştür. Bu çöküş bir panik dalgası ile beraber tüm Asya’ya yayılmış,
şirket ve banka iflasları, işten çıkarmalar ve devletlerin bizatihi kendilerinin
bekasının tehlikeye düştüğü bir kriz durumu ortaya çıkmıştır.
Kriz bir süre
sonra Asya sınırlarını aşmış ve batıya doğru ilerlemeye başlamıştır. Ağustos
1998 tarihinde dış borçlarını ödeyemeyeceğini ilan eden Rusya’nın borsası kısa
sürede % 93 değer kaybetmiş ve Rusya ekonomisi kısa sürede bir kaosun içine
sürüklenmiştir. Yaşanan ekonomik kriz batıya doğru ilerleyişini sürdürmüş,
Atlantik Okyanusunu da ABD’ye ulaşmış ve
Wall Street’i köklerinden sarsmıştır.
ABD’deki
üniversitelerde finans derslerinde örnek olay olarak anlatılan ve dönemin en
büyük finans ve matematik dâhilerinin idare ettiği “Long Term Capital
Management” fonu da bu kriz nedeniyle batmış ve Asya’da başlayan ekonomik
krizin ABD’deki en göz çarpan kurbanı olmuştur. Kriz Kuzey Amerika ile birlikte
Güney Amerika’ya da sıçramış ve gelişmekte olan ülkeler listesinin en önemli
oyuncularından birisi olan Brezilya, uluslararası ve çok maliyetli bir kurtarma
operasyonu ile ancak kurtarılabilmiştir. Küresel ekonomide tropik bir fırtına
gibi arkasında önemli hasarlar bırakarak ilerleyen kriz ancak1999 yılında durdurulabilmiştir.
3.4.
Cakarta Sendromu
1998 ekonomik
krizinin petrol sektörüne bıraktığı önemli miraslardan birisi de “Cakarta
Sendromu” doktrini olmuştur. Cakarta sendromu, dünya enerji literatürüne “talep
düşerken petrol üretimini artırmak” şeklinde geçen stratejik hatanın
adıdır. OPEC üyelerinin Cakarta’da Kasım 1997’de yaptığı toplantı sonucunda,
gelmekte olan krizin ayak sesleri ve bu nedenle talebin keskin biçimde düşeceği
ihtimalini dikkate almayarak günlük 2 milyon varil daha artırılmasına karar
verilmiştir. Bu kararın hemen ertesinde yaşanan global ekonomik kriz, artan
petrol üretimi ile düşen petrol talebini karşı karşıya bırakmış, bu asimetrik
durum sonucu petrol piyasasındaki arz ve talep dengesi neredeyse $6 dolar
seviyesinde sağlanabilmiştir. O kadar ki, üretilen fazla petrolü koyacak depo
kalmadığı için normalde petrol nakliyesi için kullanılmakta olan çok büyük ham
petrol taşıyıcısı dev gemiler (“VLCC”) birer yüzen depo olarak kullanılmaya
başlamış ancak bu bile fiyat düşüşünü durduramamıştır.
3.5.
Dutch Disease
Dutch Disease
(“DD”), petrol fiyatları arttığında gelirleri de artan ülkelerin, bu gelirleri
popülist politikalar nedeniyle akıllıca ve katma değer yaratan yatırımlara
çevirememesi nedeniyle petrol fiyatları düştüğünde ülkenin ekonomik olarak zor
duruma düşmesi, eskiden olduğu gibi alıştığı devlet yardımlarını alamayan
vatandaşların hoşnutsuz olması, politik karışıklığın ve istikrarsızlığın ortaya
çıkmasıdır.
DD, ülke
ekonomileri petrolden elde edilen gelire bağlı ülkelerin karşı karşıya olduğu
en önemli problemlerden/lanetlerden birisidir. Dünya petrol tarihi
incelendiğinde, DD nedeniyle iflas eden ya da iflas etmenin eşiğine gelen birçok
örnek ülke olduğu (Rusya, Nijerya ve Venezüella gibi) görülmektedir.
Körfez ülkeleri
başta olmak petrol veya doğal gazdan önemli miktarda gelir elde eden ülkelerin
bir yatırım fonu kurması (devlet fonları), petrol fiyatlarından elde edilen
gelirlerin (özellikle fiyatlar artarken) önemli bir bölümünün bu fonlara aktarılması
ve petrol fiyatları düştüğünde ya da petrol gelirleri azaldığında bu fonlar
tarafından yapılan yatırımların sağlayacağı gelirlerin kullanması da DD’nin
yarattığı olumsuz sonuçlardan korunmanın bir yolu olarak ortaya çıkmıştır.
3.6.
Ekonomik Krizin ABD Enerji Piyasasında Neden Olduğu Konsolidasyon
Cakarta
sendromunun dünya enerji sektörü üzerindeki ekonomik etkileri yanında, rekabet
hukuku açısından da gelişmelere neden olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Şöyle ki; orada yaşanan çöküntünü nedeniyle petrol endüstrisi, fiyatların 6$
seviyesine düşmesinin yarattığı olumsuzlukların da etkisiyle, Standard Oil’in ABD
Yüksek Mahkemesi 1911 yılındaki kararı ile parçalanmasından sonraki en büyük
yeniden yapılanma süreci ile karşı karşıya kalmıştır.
Çincede kriz
kelimesinin karşılığı “wēijī” kelimesidir. Kelime “wēi” ve “jī” olarak ayrı iki
heceden oluşmaktadır. Kelime bir bütün olarak “kriz” anlamına gelmektedir. Ancak,
kelimenin hecelerine bakıldığında aslında çok önemli bir ekonomik gerçeği de
vurguladığı görülmektedir. Şöyle ki kelimenin hecelerinden ilki olan “wēi” tehlike,
ikinci hecede yer alan “jī” ise fırsat ve değişim anlamına gelmektedir.
İşte bu tehlike
ve değişim fırsatı, ilk defa, 1998 yılı Şubat ayında Norveç’in enerji
endüstrisinin önemli şehirlerinden birisi olan Sanderstolen’de yapılan ve hem
finans dünyasının hem de enerji dünyasının önemli yöneticilerinin buluştuğu bir
konferansta gündeme gelmiştir. Buna göre, yaşanan kriz nedeniyle önemli ölçüde
değer kaybeden enerji şirketlerinin teknik ve finansal açıdan güçlenebilmesi,
dünyanın farklı bölgelerinde sahip olunan ancak herhangi bir nedenle yatırım
yapılamamış imtiyazların proje olarak hayata geçirebilmesi, sinerji yaratılabilmesi
ve günün sonunda enerji şirketlerinin kendi hissedarları için değer yaratabilmesi
için sektörde bir konsolidasyon olması gerektiği fikri kendisine oldukça
taraftar bulmuştur.
Bu fikrin
karşısındaki en önemli engel, yukarıda da belirtildiği gibi, üzerinde çeyrek asırdan fazla süre geçmiş
olmasına rağmen Amerikan Yüksek Mahkemesinin 1911 yılında verdiği ve Standard
Oil’ı 34 farklı şirkete böldüğü karar; bir diğer ifade ile başta ABD olmak
üzere Avrupa ve diğer ülkelerdeki rekabet hukuku uygulamaları olarak
görülmüştür.
Bahse konu büyük
enerji şirketlerine o dönemde danışmanlık veren kişi ve şirketlerin üzerinde
birleşmiş olduğu husus, ABD’de enerji endüstrisinin 1911 yılındaki durumu ile
1998 yılındaki durumunun birbirinden çok farklı olduğu; buradan hareketle,
yaşanması muhtemel bir konsolidasyon sürecindeki birleşme devralma dosyalarının
değerlendirilmesinde rekabet otoriteleri için 1911 kararının bir kriter
olmadığı hususu olmuştur. Bu yorum ile birlikte ABD tarihinin en büyük birleşme
devralma işlemlerinin görüleceği büyük konsolidasyon hareketi yani ikinci
örüntü başlamıştır.
3.6.1.
BP – Amoco
1995 yılında
şirketin CEO’su olan John Browne, birçok mecrada BP’nin büyümesi gerektiğini
savunmuş ve eğer gereken büyüme yakalanamaz ise BP’nin orta sınıf bir İngiliz enerji
şirketi olarak kalmaya mahkum olacağını belirtmiştir. Bu bağlamda, yeni
CEO’sunun da yönlendirmesi ile, ABD enerji sektöründeki büyük konsolidasyon
sürecini başlatmak için ilk adımı atan şirket BP olmuştur.
Şirket
yetkilileri ve danışmanların 1998 yılında başladığı ve geniş biçimde yaptığı
araştırmalar neticesinde, BP için düşmanca satın alma yoluna gitmeden satın
alabileceği potansiyel şirketler olarak Mobil ve Amoco tespit edilmiştir.
“Mobil neden BP
için potansiyel bir hedef olmuştur” sorusunun cevabı aslında birkaç tanedir.
Bunlardan ilki, Mobil’in, 1911 yılındaki karar ile 34 parçaya bölünen Standard
Oil’in bölünmeden sonraki en büyük ikinci parçası olması; ikincisi, Mobil ile
BP’nin o tarihte halihazırda rafineri pazarında bir ortak girişim (“JV”)
kapsamında beraber çalışıyor olmaları; üçüncüsü ise Mobil’in Endonezya,
Nijerya, Katar ve Kazakistan’da sahip olduğu petrol arama imtiyazlarına
istinaden yapacağı projeler için yeterli kaynağının olmaması ve gereken yüksek
finansman ihtiyacını tek başına karşılayamayacak olmasıdır.
Mobil CEO’su
Lucio Noto ve BP CEO’su John Browne arasında 1998 senesi ilk çeyreğinde başlayan
görüşmeler neticesinde, BP’nin, Mobil hisselerini piyasadaki değeri üzerinden herhangi
bir premium ödemeden satın alması
hususunda anlaşmaya varılmıştır. Ancak, BP ve Mobil CEO’ların yaptığı anlaşma
doğrultusunda hisselerin piyasa fiyatları üzerinden alınacak olması, teklifin Mobil
yönetim kurulunda tartışılması sırasında sorunlar ortaya çıkarmış ve Mobil
yönetim kurulu BP’nin satın alma teklifini reddetmiştir.
Bunun üzerine BP
CEO’su John Browne, yönünü Standard Oil’in parçalanması ile ortaya çıkmış olan
bir diğer enerji devi olan Amoco’ya
çevirmiştir. 1998 yılının Ağustos ayında taraflar arasında başlayan
görüşmeler, 49 milyar dolar değerindeki devralma işleminin 11 Ağustos 1998
tarihinde kamuoyuna yapılan duyurusuyla başarıyla tamamlanmıştır. Bu devralma
işlemi ile dünya enerji endüstrisinde Stadard Oil ile başlayan parçalanma
süreci 87 yıl sonra tersine çevrilmiş ve hem ABD hem de diğer ülkelerdeki enerji
endüstrisinin konsolidasyon süreci resmen başlamıştır.
Kamuoyuna
devralma işlemi hakkında tarafların anlaşmaya vardığının duyurulmasının
ardından taraflarca ABD Federal Ticaret Komisyonuna (FTC) başvuru yapılmıştır. Dünyanın
üçüncü büyük enerji şirketini oluşturacak 49 milyar dolar değerindeki işleme,
tarafların ABD’de çakışan faaliyetlerinin çok sınırlı olmasına rağmen;
- ABD perakende petrol pazarında 8 ayrı coğrafi pazarda faaliyet gösteren 134 benzin istasyonunun satılması,
- ABD içinde toplam 30 farklı coğrafi pazarda faaliyet gösteren toplam 1600 istasyona başka markaya geçme hakkının tanınması ve geçiş sürecinin kolaylaştırılması,
- Toplam 9 adet, hafif petrol işleme kapasitesine sahip terminalin elden çıkarılması,
taahhütleri karşılığında FTC
tarafından 30.9.1998 tarihinde koşullu olarak izin verilmiştir.
3.6.2.
BP – Arco
BP-Amoco
birleşmesinin hemen ardından aldığı ivmeyi kaybetmeyen BP, Ocak 1999 tarihinde
bir diğer Amerikan enerji şirketi olan Arco ile devralma görüşmelerine
başlamıştır. Arco, 1866 yılında kurulmuş, 1874’te Standard Oil’e katılmış ve
1911 yılındaki parçalanma kararı sonucu tekrar bağımsızlığına kavuşmuştur. Arco’yu
bir enerji şirketi olarak BP açısından değerli kılan husus ise şirketin
Alaska’da sahip olduğu petrol çıkarma imtiyazı ve bölgedeki mal varlıkları olmuştur.
Yapılan görüşmeler neticesinde anlaşmaya varılmış ve yaklaşık 27 milyar dolar
değerindeki devralma işlemi 1 Nisan 1999 tarihinde dünya kamuoyu ile
paylaşılmıştır.
İlgili devralma
işlemi için FTC’ye başvuru yapılmış ve dosyaya ilişkin karar 13 Nisan 2000
tarihinde açıklanmıştır. Açıklanan karar, bahse konu işlemin en önemli
sebeplerinden birisi olan Arco’nun Alaska’daki imtiyaz ve mal varlıklarına
ilişkin şaşırtıcı koşullar getirmiştir. Buna göre;
- BP Amoco’nun 30 gün içinde Arco’ya ait Alaska’daki bütün petrol arama ve çıkarma imtiyazını ve bölgedeki mal varlıklarını Phillips Petroleum Company (Phillips) ya da FTC’nin onaylayacağı başka bir teşebbüse satılması,
- Arco’ya ait Oklahama’da bulunan Seaway Pipeline Company’deki hissenin % 50’sinin; Cushing, Midland ve Texas’ta bulunan ham petrol terminallerinin tamamının; 400 mil uzunluğundaki Rancho ham petrol boru hattının tamamının; 416 mil uzunluğundaki Basin ham petrol boru hattının tamamının 4 ay içinde FTC’nin onaylayacağı bir alıcıya satılması,
- İşleme izin verilen tarihten itibaren 10 yıl süre ile Arco’nun, FTC tarafından getirilen koşullara uygun olarak satışını yaptığı mal varlıklarından hiç birisi FTC’ye bildirim yapmadan geri devralamayacağını kabul etmesi,
karşılığında işleme FTC
tarafından koşullu olarak izin verilmiştir.
3.6.3.
Mobil – Exxon
BP ile Mobil’in
fiyat konusunda anlaşamayıp görüşmeleri sona erdirmelerinin üstünden birkaç ay
geçmesinin ardından, Mobil CEO’su Lucio Noto ve Exxon CEO’su Lee Raymond olası
bir birleşme işlemi için görüşme kararı almıştır. Ancak bu kararı almalarıyla
birlikte ortaya taraflar açısından cevaplanması gereken üç önemli soru
çıkmıştır:
- BP-Mobil işlemindeki başarısızlık da dikkate alındığında, finansal açıdan tarafları tatmin edebilecek bir anlaşmaya varılabilmesi mümkün müdür?
- Eğer mümkünse bu işlem neticesinde iki dev organizasyondan tek bir organizasyon doğması mümkün olacak mıdır?
- İlk iki sorun halledilse bile, 1911 tarihli Standard Oil kararının ardından oluşan 34 parça enerji şirketinde en büyüklerinden olan iki şirketin birleşmesine FTC ve Avrupa Komisyonu’nu izin verecek midir?
Bu soruların
cevapları üzerinde çalışmaya başlayan Mobil ve Exxon yetkilileri, bir dizi
görüşmenin ardından daha ilk sorunun cevabında dahi mutabık olmadıklarını fark
etmiştir. Mobil yönetim kurulu, BP görüşmelerinin sona ermesine neden olan
ketum tavırlarını devam ettirmiş ve Mobil’in borsada işlem gören hisse senedi
fiyatının üstüne Exxon tarafından kabul edilemez bulunan bir Premium talep etmiştir. Bunun üzerine
taraflar aynı BP görüşmelerinde olduğu gibi herhangi bir anlaşma olmadan görüşmeleri
sona erdirmiştir.
Görüşmelerin
sona erdirilmesinin üzerinden yaklaşık 5 gün geçmişken BP-Amoco devralmasının
kamuoyuna ilan edilmesi, tarafları tekrar bir araya gelmeye ikna etmiştir. BP-Amoco
devralması aynı zamanda taraflar açısından fiyat anlamında da bir benchmark
oluşturmuş ve o ana kadar uzlaşmaz tavırlar sergileyen Mobil yönetim kurulu ile
Exxon nihayet fiyat konusunda anlaşmaya varabilmiştir.
Buna göre
taraflar, Mobil hissedarlarının, şirket hisselerinin piyasadaki işlem fiyatları
üzerine % 20 Premium alması ve
birleşme sonrası oluşacak yeni organizasyonda Exxon’un % 80 ve Mobil’in de % 20
payı olması hususunda mutabakata varmıştır. Dolayısıyla, bahse konu mutabakat
ile yukarıda yer verilen ilk iki sorunun cevabı verilmiş, kamuoyuna 1 Aralık
1998 tarihinde birleşme işlemlerinin başladığının duyurusu yapılmış ve yaklaşık
81.5 milyar dolarlık birleşmeye izin alabilmek için FTC’ye başvuru yapılmıştır.
FTC, dosyayı, 21
eyalet Başsavcısının ve eş zamanlı olarak Avrupa Birliği (“AB”) Komisyonu’nun
da dahil olduğu ve tarafların ilgili rekabet otoritelerine yüz binlerce sayfa
doküman sunduğu çok geniş ve yaklaşık 1 yıl süren bir değerlendirme sürecinin
ardından 30.11.1999 tarihinde sonuçlandırmış ve aşağıda listelenen taahhütleri
taraflardan talep etmiştir. Buna göre;
- Orta Atlantik ve Kuzey Doğu Amerika perakende petrol pazarında faaliyet gösteren 1740 adet Exxon ve Mobil istasyonunun satılması,
- Kaliforniya perakende petrol pazarında faaliyet gösteren 360 adet Exxon ve Mobil istasyonunun satılması,
- Texas perakende petrol pazarında faaliyet gösteren 319 adet Exxon ve Mobil istasyonunun satılmasI,
- Guam perakende petrol pazarında faaliyet gösteren 12 adet Exxon ve Mobil istasyonunun satılması,
- Exxon’un Kaliforniya’da sahip olduğu rafineri, boru hatları, terminaller ve onlara bağlı bütün mal varlıklarının satılması,
- Exxon’un jet yakıtı işinin satılması,
- Mobil’in Boston ve Washington D.C. bölgesindeki rafinelerini ve onlara bağlı bütün varlıkların satılması,
- Mobil’in Colonial ve Exxon’un Plantation boru hatları üzerindeki bütün haklarının satılması,
- Mobil’in TAPS üzerindeki haklarının satılması,
- Mobil’in parafinik yağlar pazarındaki işinin satılması,
karşılığında FTC
tarafından işleme koşullu olarak izin verilmiştir. Bu taahhütler, 1914 yılında kurulan
FTC’nin işleme izin verilen tarihe kadar geçen süredeki aldığı en kapsamlı
taahhütler olarak da tarihe geçmiştir.
3.6.4.
Exxon - Chevron
Exxon-Mobil
birleşmesinin hemen ardından gözler Amerikan enerji piyasasının bir diğer
önemli ve büyük oyuncusu Chevron’a çevrilmiştir. Chevron, “Star Oil” ismi ile
1876 yılında Amerika’nın batı kıyısında faaliyete başlamıştır. 1900 yılında
Standard Oil tarafından satın alınan Chevron, 1911 yılında ABD yüksek
mahkemesinin verdiği karar ile tekrar bağımsız hale gelmiştir. Chevron, ABD dışındaki enerji piyasalarıyla
da ilgilenen ilk Amerikan enerji şirketlerinden birisidir.
1928 yılında
Gulf Oil şirketinden Bahreyn’deki petrol arama ve çıkarma imtiyazının
alınmasının ardından bölgede başlatılan petrol arama çalışmalarının sonucunda Chevron,
Orta Doğu’daki ilk petrol keşfini yapmıştır.
Suudi
Arabistan’a çok yakın olan bu keşfin ardından Suudi Arabistan hükümeti ile
yapılan görüşmeler sonucunda, 1933 yılında 60 yıl süreyle geçerli olacak bir
petrol arama ve çıkarma imtiyazı elde edilmiştir. İmtiyazın alınmasından beş yıl sonra yani 1938’de
Suudi Arabistan’da ilk petrol ve 1948’de de dünya tarihinde o zamana kadar
keşfedilen bütün petrol yataklarından daha büyük olan Ghawar petrol sahası
keşfedilmiştir.
Chevron, 1985
yılında önemli bir devralma işlemine imza atmış ve ABD enerji piyasasının 5.
büyük enerji şirketi olan Gulf Oil şirketini, 1984 yılına kadar ABD’de
gerçekleşen en büyük devralma işlemi kapsamında 13,3 milyar dolara satın
almıştır. Bu büyük birleşmenin ardından şirketin ticaret unvanı bir kez daha
değişmiş ve “Chevron Corporation” olmuştur.
1998 yılında
“Global Birleşme ve Devralma” birimini kuran Chevron, aynı yıl çıkan ekonomik
krizin ardından başlayan konsolidasyon sürecinde satın alabileceği ve kendi
şirketi ile uyumlu olabilecek enerji şirketleri araştırmaya başlamıştır. Bu
arayış kısa sürede sonuç vermiş ve Texas Company (Texaco) şirketinde karar
kılınmıştır. 1936 yılında Texaco’nun Asya, Doğu Afrika ve Asya’daki petrol
arama faaliyetlerine Chevron’u ortak etmesi karşılığında kendisinin de
Chevron’un Suudi Arabistan ve Bahreyn’deki petrol arama faaliyetlerine ortak
olması sonucu kurulan Caltex Petroleum Australia Pty. Ltd. (Caltex) adlı JV
bünyesinde her iki şirketin de uzun süredir beraberce faaliyet göstermesi ve
tarafların yapı olarak birbirlerine uygun olması Texaco’yu Chevron için en
ideal partner konumuna getirmiştir.
Taraflar
arasında 1999 yılında başlayan görüşmeler, 2000 yılı ekim ayında anlaşma ile
sonuçlanmış ve hemen akabinde FTC’ye bildirim yapılmıştır. FTC tarafından yapılan
değerlendirme sonucunda, taraflardan çeşitli taahhütlerin alınmasına karar
verilmiştir. Buna göre;
- Texaco’nun sahip olduğu tüm gaz işi ve petrol rafinerileri ve bunlarla ilgili mal varlıklarının (muhtemel Shell) FTC’nin onay vereceği bir 3. kişiye satılması,
- Chevron-Texaco’nun “Kern Oil and Refining” ve “San Joaquin Refining” adlı bağımsız rafinerilere piyasa fiyatlarından 10 yıl boyunca ham petrol sağlama anlaşması yapması ve bu rafinerilerin Chevron-Texaco’nun sahibi olduğu ham petrol boru hatlarına erişiminin garanti altına alınması,
- Texaco’nun havacılık sektöründeki (kerosen ve kerosen dışındaki) jet yakıtı işinin tamamen satılması,
- Chevron’un, Frontier Enerji şirketine ait El Dorado rafinerisinden jet yakıtı almasının yasaklanması,
- California eyaletinde bulunan 720 benzin istasyonunun üçüncü kişilere satılması ve 30.6.2002 tarihine kadar bahse konu 720 istasyonda Texaco marka ürünler satışının tamamen durdurulması.
karşılığında FTC
tarafından işleme 7.9.2001 tarihinde koşullu olarak izin verilmiştir.
3.6.5.
Valero Energy Corporation (Valero) - Ultramar Diamond Shamrock Corporation
(UDS)
Chevron-Texaco
birleşme işlemi ile sürerken FTC’ye Mayıs 2001’de başvurusu yapılan ve yukarıda
yer verilen işlemlere göre daha düşük tutarlı (6 milyar dolar) olduğu için fazlaca
ilgi görmeyen ancak ABD enerji piyasasındaki konsolidasyon hareketinin bir
parçası olan bir diğer birleşme işlemi de Valero ve UDS arasında olmuştur.
Tarafların yaptığı
başvurunun ardından FTC’nin yaptığı değerlendirme sonucunda, işlemin hacmi ve
tarafları görece küçük olmasına rağmen taraflardan yine de taahhüt alınması
yoluna gidilmiştir. Buna göre, UDS’ye ait olan ve Kalifornia eyaleti sınırları
içinde faaliyet gösteren “Golden Eagle” rafinerisinin ve yine UDS’ye ait olan
70 adet benzin istasyonunun FTC’nin onay vereceği 3. kişilere satılması
karşılığında işleme izin verilmiştir.
3.6.6.
Phillips - Conoco
ABD Enerji
piyasasındaki konsolidasyon hareketinin son parçası Conoco ve Phillips arasında
gerçekleşen birleşme işlemidir. Conoco, 1875 yılında Utah’da kurulmuş ve ikinci
dünya savaşının ardından global enerji arenasının önemli oyuncularından birisi
olan enerji şirketidir.
Philips ise 1917
yılında Oklahoma’da kurulmuştur. Şirket, 1960 yılından sonra faaliyetlerini
Kanada, Venezuella ve Kolombiya petrol piyasalarına genişletmiş de olsa, ABD doğal gaz ve bununla bağlantılı olarak
kimya sektöründe yaptığı atılımlar nedeniyle, petrolden ziyade ABD doğal gaz piyasasının
en önemli ve tanınan şirketlerinden birisidir.
Conoco ve
Philips arasında 2000 senesi Kasım ayında başlayan görüşmeler neticesinde
taraflar, Kasım 2001 tarihinde anlaşmaya varmış ve buna müteakip ABD’nin üçüncü
büyük enerji şirketini yaratacak 15,4 milyar dolarlık birleşme işlemi için FTC’ye
bildirim yapılmıştır.
FTC, yapmış
olduğu değerlendirme neticesinde, bahse konu birleşme işleminin, FTC Act Bölüm
5 ve Clayton-Act Bölüm 7’ye aykırı ve rekabeti kısıtlayıcı olduğu sonucuna
varmış ve taraflardan aşağıda listelenen taahhütleri istemiştir. Buna göre;
- Philips’e ait Woods Cross-Utah rafinerisi ve bu rafineriye ait bütün pazarlama varlıklarının (marka, lisans, logo vs.) satılması,
- Conoco’ya ait Denver-Colorado rafinerisi ile bu rafinerinin ve Philips’in doğu Kolorado’da sahip olduğu bütün pazarlama varlıklarının (marka, lisans, logo vs.) satılması,
- Philips’e ait Spokane-Washington hafif ham petrol işleme rafinerisinin satılması,
- Philips’e ait Wichita-Kansas hafif ham petrol işleme rafinerisinin %50’sini alma opsiyonu ile birlikte, bu rafineriden ürün alınabilmesi için sözleşmeler yapılacağının garanti altına alınması,
- Philips’e ait Jefferson City-Missouri ve East St. Louis-Illinois’de bulunan propan üretim tesislerinin satılması,
- Conoco’ya ait olan ve New Mexico eyaletinde (Chavez Lea, Eddy County, Schleicher County) bulunan doğal gaz üretim ve işleme tesislerinin satılması,
karşılığında FTC
tarafından işleme 30.8.2002 tarihinde koşullu olarak izin verilmiştir.
3.7.
Avrupa Enerji Piyasasında Yaşananlar
ABD enerji endüstrisinde
yaşanan konsolidasyonu kaçınılmaz biçimde Avrupa’daki enerji piyasalarını ve
oyuncularını da etkilemiştir. Bu konsolidasyonun devamı olarak
nitelendirilebilecek iki büyük birleşme işlemi de Fransız enerji piyasasında
yaşanmıştır.
3.7.1.
Total Oil S.A. (Total) - Compagnie Financière Belge des Pétroles (Petrofina)
Total, o zamanki
adıyla Compagnie Française des Pétroles (CFP), 1924 yılında kurulmuş ve 1929
yılında Fransız borsasına kote olarak faaliyetlerine Ortadoğu, Venezüella,
Kuzey Afrika ve Kanada’da devam etmiş olan Fransız petrol şirketidir.
Total’de
1995-2007 yıllarında arasında CEO olarak görev yapmış olan Thierry Desmarest,
BP-Amoco birleşmesinin ardından, enerji sektöründeki konsolidasyon hareketi
karşısında kendilerinin de bir şeyler yapmak zorunda olduğunu anladıklarını
belirtmiştir. Bu doğrultuda Thierry Desmarest’in liderliğindeki Total, 1998
yılında Belçikalı petrol şirketi olan Petrofina’nın satın alınması ile ilgili
olarak Petrofina ile görüşmeye başlamış ve tarafların anlaşmaya varması ile
satın alma süreci sonlandırılmıştır.
Bahse konu 12,9
milyar dolar büyüklüğündeki işleme Avrupa Komisyonu’nun 26.3.1999 tarihli
kararı ile şartlı şekilde izin verilmiş ve ortaya Dünya’nın 6. büyük enerji
şirketi çıkmıştır. Avrupa Komisyonu verdiği kararda, birleşme sonrası Kuzey
Fransa coğrafi bölgesindeki “non-forecourt[1]”
(perakende olmayan) petrol ürünleri satışı pazarındaki rekabetin (bölgedeki
satışların yoğunlukla Total’in Dunkirk rafinerisinden ve Petrofina’nın
Feluy-Belçika deposundan yapıldığını ortaya koyarak) kısıtlanabileceğini belirtmiştir.
Bu nedenle Komisyon, bölgede Total’in depolama kapasitesinden, en Petrofina’nın
bölgedeki tarihsel bazdaki satışları kadarlık bir kısmının ayrıştırılarak üçüncü bir tarafa devredilmesi istemiştir. Bunun dışında Komisyon, Total ve
Petrofina tarafından yüksek talebe sahip bazı önemli müşterilere 3 yıldan daha
kısa süreli depolama kontratlarının önerilmesini talep etmiştir. Bunun yanında,
Güney Fransa’da yine depolama konusunda oluşabilecek rekabet kısıtlarının
izlenmesi ve taraflardan gerekiyorsa taahhüt alınması için konu Fransız Rekabet
Otoritesinin takdirine bırakılmıştır.
3.7.2.
Total - Elf Aquitaine (Elf)
Total, Petrofina
birleşme işleminin kapatılması ile birlikte Fransa pazarındaki konsolidasyon
hareketinde hızını daha da artırmış ve pazarın ikinci büyüğü olan ve 1986
yılında özelleştirilen Elf’in devralınması için 1999 yılının ikinci yarısında
görüşmelere başlamıştır.
Elf, ikinci
dünya savaşının ardından Total’in Amerikan ve İngiliz şirketlerine çok yakın
durmasından rahatsız olan bu nedenle devlet kontrolünde ikinci bir petrol
şirketinin kurulmasını isteyen Fransız Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle
isteği ile kurulmuş bir şirkettir.
Total ile Elf
arasında başlayan görüşmelerde, 1996 yılında özelleştirilmiş olan Elf’te altın
hisse sahibi olan Fransız hükümetinin, bir başka ifade ile dönemin Ekonomi
Bakanı olan Dominique Strauss Kahn ve başbakan Lionel Jospin ikna edilmesi
gerekmiştir. Buna rağmen, görüşmeler kısa sürede anlaşma ile sonuçlanmış ve bahse
konu tarihteke dünyadaki 4. büyük enerji şirketini ortaya çıkaracak 54,3 milyar
dolarlık satın alma işlemi 24.8.1999 tarihinde Avrupa Komisyonu’na
bildirilmiştir.
Komisyon yaptığı
değerlendirmede, bahse konu işlemin Fransa’nın rafinaj kapasitesinin, perakende
ve toptan yakıt ve ısınma amaçlı yakıtlar pazarı ile depolama kapasitesinin
önemli bir kısmının Total çatısı altında birleşeceğini ve bunun da başta
Fransız pazarı olmak üzere Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde rekabeti önemli
ölçüde kısıtlayacağını belirtmiştir. Bu nedenle işlemin taraflarından
taahhütler istenmiş ve aşağıda listelenen taahhütler konusunda taraflar mutabık
kalmıştır:
- Akaryakıt ve ısınma amaçlı kullanılan yakıtların Fransa çapında depolanması için Total-Fina ile Elf’e tarafından kullanılan bütün depoların ve o depolara ürün nakli yapan petrol boru hatları üzerindeki mülkiyetin Komisyonun onay vereceği üçüncü bir tarafa satılması.
- Total-Fina’ya ait olan ve otoban ağı üzerinde faaliyet gösteren 70 istasyonun satılması.
- Elf’e ait olan ve Fransa pazarının ikinci büyük LPG şirketi olan Elf Antargaz şirketinin tamamen satılması.
- Lyon ve Toulouse havalimanlarında Elf’e ait olan jet yakıtı işinin tamamen satılması.
Bahse konu
taahhütlerin alınması sonucunda Komisyon, 9.2.2000 tarihinde verdiği karar ile
işlemi şartlı şekilde onaylamıştır.
4.
Sonuç
4.1.
İki Örüntünün Enerji Sektörü Bakımından Bize Öğrettikleri
Petrol
fiyatlarında yaşanan ve görece olarak uzun ömürlü olabilecek potansiyele sahip
her düşüş trendi, beraberinde enerji sektöründe konsolidasyon için bir fırsat
penceresi açmaktadır. Tarihsel olarak enerji sektöründe yaşanan birçok birleşme
veya devralma işlemi, petrol fiyatlarının düşük olduğu zaman gerçekleşmiştir.
Aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, Asya Krizi ile başlayan düşüş (ilk
yuvarlak), yukarıda incelenen ikinci örüntüyü ortaya çıkarmış ve dünya enerji
sektörünü konsolide etmiştir. İkinci 2008 yılında ortaya çıkan ikinci büyük
düşüş esnasında bazı ufak ve orta ölçekli birleşme ve devralmalar olmuşsa da,
enerji sektörü bakımından çarpıcı bir hareket olduğunu söylemek doğru
olmayacaktır. Bu bir diğer nedeni de enerji sektöründe 1999-2002 döneminde
yaşanan konsolidasyon sonrasında geride sadece büyük şirketlerin kalmış
olmasıdır. Bu nedenle bundan sonraki ilk büyük birleşme devralma işleminin
ancak bu dev enerji şirketler arasında olması beklenmektedir.
Nitekim 1999
yılından sonra özellikle Suudi Arabistan’ın da katkısıyla petrol fiyatlarında
üçüncü büyük düşüş trendinin yaşandığı bugünlerde enerji sektöründe
konuşulmaya başlanan potansiyel bir devralma işlemi ise BP’nin Shell’i 70
milyar dolarlık bir teklif ile devralacağına ilişkin işlemidir. Bu işlem belki ekonomik açıdan çok doğru da olsa, İngiliz hükümetinin bu birleşmeye karşı olduğunu gayri resmi kanallardan taraflara hissettirmesi gibi poli-stratejik durumlar, kağıt üstünde çok anlamlı olan birleşme veya devralmaların hayata geçmesini engellemektedir. Önümüzdeki
aylar bizlere üçüncü büyük düşüş sürecinde büyük bir konsolidasyon yaşanıp
yaşanmayacağını gösterecektir. Ancak unutulmaması gereken husus, düşük petrol
fiyatlarının, her zaman büyük balıkların iştahını kabarttığı hususudur.
4.2.İki
Örüntünün Rekabet Hukuku Bakımından Sonuçları
1890 yılında
doğan ve 1911 yılında Standard Oil’ın parçalanmasını sağlayan rekabet hukuku, 1998
yılında yaşanan ekonomik krizin etkisiyle özellikle ABD enerji sektörü başta
olmak üzere dünya çapında meydana gelen ve ironik biçimde kendi varlık sebebi
çelişen konsolidasyon hareketini
engellememiş ya da engelleyememiştir.
Rekabet hukuku
perspektifinden bakıldığında yaşanan konsolidasyon süreci, FTC’nin 1911’de
Standard Oil’ı 34 parçaya bölen kararının ardından “kesinlikle yapılamaz”
şeklinde tabu haline gelmiş olan “konsolidasyon” konusunda, yapısal ve
davranışsal taahhütlerin alınması şartıyla da olsa, önemli değişimler
yaşanmasına neden olmuştur. Çok kısa süre içinde FTC’nin ve Avrupa
Komisyonu’nun önüne gelen ve neredeyse tamamına şartlı biçimde izin verilen birleşme
işlemleri, “Enerji sektöründe
konsolidasyona neden ihtiyaç duyulmaktadır” sorusunu tekrardan popüler hale
getirmiştir.
Bu sorunun en
kısa ve öz cevabı, üst pazar olan global petrol arama, üretim ve rafinaj pazarlarında
faaliyet gösteren teşebbüslerin, etkinlik, maliyet düşürme, ölçek ekonomisi
yakalama yani büyük ve kompleks projeleri üstlenebilecek teknik, finansal (örneğin
1990 yılında bir mega projenin maliyeti yaklaşık 500 milyon dolarken, 2000
yılına gelindiğinde bu rakam 5-10 milyar dolar arasına yükselmiştir) ve insan
kaynağı kapasitesine sahip olmak ve bu şekilde proje portföylerini
çeşitlendirerek global krizlerin yarattığı olumsuzların etkilerini kendileri
açısından minimize edebilme hedefidir.
Yaşanan
konsolidasyon süreci aynı zamanda rekabet hukukçuları açısından da önemli dersler
barındırmaktadır. Buna göre:
- Enerji sektörü gibi doğal monopol özelliğe haiz sektörlerde yaşanan piyasa başarısızlıklarını gidermek için rekabet kanunu kullanarak yapılan müdahaleler her zaman istenilen sonucu vermemektedir. Aksine, Rockefeller’in 1 yılda 9 milyar dolar daha zenginleşmesi gibi tahmin edilmeyen yan etkilerin doğması da mümkündür.
- Enerji sektörü, içinde doğal monopol ve monopollerin bulunduğu alt pazarlara sahiptir.
- Elektrik, gaz veya petrol gibi mal ve hizmet pazarlarının doğal monopol niteliğe haiz iletim hatları alt pazarlarına, aynı sokağa veyahut güzergaha ikinci hattın çekilebilmesi teknik olarak mümkün de olsa, başta rekabet hukuku olmak üzere çeşitli yöntemler ile yeni girişlerin özendirilmesi, tek bir firmanın etkin biçimde yapacağı bir işin birkaç firma tarafından yapılması anlamına gelecektir. Bu tip bir suni rekabet enjeksiyonun sonucu ise pazara giriş yapan şirketlerin konsolidasyonu veya batması; bir başka değişle, toplumun refah kaybına uğramasıdır.
- Doğal monopol alt pazarlarda mevcut tek oyuncu faaliyetlerine devam ederken onu sektörel otoritenin “fiyat regülasyonu” ve rekabet otoritesinin “hakim durum” kuralları ile kontrol altında tutmak refah iktisadı bakımından daha optimal bir çözümdür.
- Buna karşın, halihazırda faaliyet gösteren tek bir firma dahi olsa, üretim, toptan veya perakende satış gibi alt pazarlarda rekabet hukuku kullanılarak yeni girişler sağlanabilmesi ve rekabetçi bir ortam tahsis edilebilmesi mümkündür. Bu yönde bir devlet müdahalesi, hem sağlanan hizmetin kalitesini artıracak hem de üretimi artacağı için fiyatlar düşecektir. Dolayısıyla, monopol özelliğe haiz ancak rekabete açılabilecek mal ve hizmet piyasalarında katı bir fiyat regülasyonu yerine, rekabet mevzuatının ex ante ve/veya ex post gücünün kullanılması daha uygun olacaktır.
- Rekabet otoritelerinin verdiği kararların sonsuza kadar aynı şekilde kalması mümkün değildir. Bunun en güzel örneği 1911 yılında o zamana kadar ki en radikal rekabet hukuku kararını verip sektörü parçalayan FTC’nin, 90’lı yılların sonunda enerji sektöründe başlayan konsolidasyon sürecinde verdiği bir dizi kararla ABD ve genel olarak tüm dünya enerji sektörünün yapısını değiştirmesidir.
- Rekabet otoritelerinin geçmişte alınan kararların sonuçlarını per se olarak geleceğe yürütmesi ve geleceğe yürüttüğü bu geçmiş karar sonuçlarını ex ante denetimde bir ön koşul olarak kullanması doğru bir yaklaşım değil; aksine kolaycılıktır. O nedenle, rekabet otoritelerinin değişen pazar koşullarını da dikkate alarak kararlarını gerektiğinde değiştirebilecek esnekliğe ve farklı bakış açıları ile olayları görebilecek yeteneğe sahip olması gerekir. Burada önemli olan, rekabet otoritelerinin eski bir mutlak doğrudan hareketle geleceğe dönük ısrarı değil; muğlak bir doğrudan hareketle de olsa gelecek için denenmemişe doğru adım atabilme cesaretine sahip olmaktır.
- Bir ülkenin enerji sektöründe dikey entegre ulusal şampiyonların olması (Ör: Standard Oil, Total, Elf gibi) tamamen yanlış veyahut bir ülkenin enerji sektörünün bütünüyle ayrıştırılmış olması ve alt pazarlarda çok sayıda oyuncunun bulunabiliyor olması, sektörde rekabetin tesisi anlamında tamamen doğru olarak nitelendirilemez.
- Enerji politikaları, bir ülkenin ulusal güvenliğini ve ekonomisinin bütününü çok yakından ilgilendirdiğinden, rekabet hukuku açısından en uygun olan çözüm, zaman zaman sosyo-politik-stratejik açılardan istenen çözüm olmamaktadır. Dolayısıyla enerji sektöründe kesin bir doğru yoktur. Bunun yerine ülke çıkarları hangisini gerektiriyorsa, o çıkarlar çerçevesinde mümkün olan optimale “yakınsama” vardır.
- Bu durumu, R.G. Lipsey ve K. Lancaster tarafından geliştirilen “İkinci En İyi Teorisine” atıf yaparak da izah etmek mümkündür. Bu teoriye göre piyasa başarısızlığı ya da (stratejik çıkarlar nedeniyle) devlet müdahalesi nedeniyle tam rekabetçi yapıdan uzaklaşmış olan bir piyasada (örneğin enerji sektöründe) siyahla beyazı aramak yerine, grinin en iyi tonunu bulmaya çalışmanın bazen daha olumlu sonuçlar verebilmesi mümkündür.
- Sermaye yoğun bir sektör olan enerji sektörünün dinamiklerine bakıldığında, ihtiyaç duyulan beşeri ve nakdi sermayenin her geçen sene arttığı görülmektedir. Bu durum, enerji şirketlerinin ölçek ekonomisi yetisi kazanabilecek kadar büyümesi gereğini ortaya çıkarmaktadır.
- Enerji şirketlerinin büyüme gereği ise beraberinde kaçınılmaz olarak konsolidasyonu getirmektedir. Bu durum, piyasadaki oyuncu sayısını azalmasına ve sektördeki rekabetin kısıtlanmasına neden olmaktadır. Bir başka ifade ile enerji sektörü, doğası gereği kendi başına bırakıldığında “monopol-duopol” veya en iyi ihtimalle zayıf “oligopol” piyasalara evrilme eğilimi içinde olan bir sektördür.Buna karşın, hiç değilse sektörün belirli alt pazarlarında hangi rekabeti tesis etme isteği içinde olan kamu otoritesi, normatif regülasyon teorisi çerçevesinde yaptığı müdahaleler ile sektörü biraz daha rekabetçi hale getirmeye çalışmaktadır.
- Enerji sektöründe oyuncu sayısının azalması veyahut konsolide olmuş dikey entegre ulusal şampiyonların bulunması, sektörün ilgili regülasyon otoritesi tarafından daha fazla regüle edilmesini veyahut rekabet otoriteleri tarafından daha sıkı denetlenmesini beraberinde getirmektedir. Ancak rekabet otoritesi ve sektörün ilgili enerji otoritesi için iyice düşünülmeden çıkarılan yasal mevzuatlar, bu otoritelerce iyi yapılmayan denetim veya verilen yanlış kararlar, bahse konu sektörlerde etkinsizlik yaratabilecek en önemli unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
- Özellikle 1998 krizini takiben enerji sektöründe yaşanan mega birleşme ve devralmalar hakkında FTC tarafından yapılan değerlendirilmeler incelendiğinde, ilgili ürün pazarındaki rekabetçi yapı nasıl olursa olsun, ilgili taraflardan iyi yapılandırılmış ve rekabetçi endişeleri giderebilecek yapısal ve davranışsal taahhütler alınması ve bu taahhütlerinin uygulanmasının sıkı bir şekilde takip edilmesi durumunda potansiyel olarak her birleşme devralma işleminin onaylanmasının mümkün olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, “onaylanmayacak birleşme devralma işlemi yoktur; olsa olsa kötü yönetilmiş bir taahhüt süreci vardır” şeklinde bir söylem geliştirilmesi mümkündür.Bu bağlamda, ex ante olarak pazarı ve teşebbüsleri kısıtlamalarla yormak yerine; yeterli yapısal ve davranışsal taahhütlerle birlikte denetim ağrılığının ex post olarak kullanmasının hem teşebbüsler hem de ülke ekonomileri açısından daha pozitif sonuçlar doğurabileceği görülmektedir.
KISALTMALAR
AB:
|
Avrupa Birliği
|
ABD:
|
Amerika
Birleşik Devletleri
|
Amoco:
|
Standard Oil
of Indiana
|
Anlaşma:
|
Standard Oil
Tröst Anlaşması
|
ARCO:
|
Atlantic
Richfield Company
|
BP:
|
British
Petroleum
|
Caltex:
|
Caltex
Petroleum Australia Pty. Ltd.
|
CFP:
|
Compagnie
Française des Pétroles
|
Chevron:
|
Standard Oil
of California
|
Conoco:
|
The
Continental Oil and Transportation Company
|
DD:
|
Dutch Disease
|
Elf:
|
Elf Aquitaine
|
Exxon:
|
New Jersey
Standard Oil Company
|
FTC:
|
ABD Federal
Ticaret Komisyonu
|
IEA:
|
Uluslararası
Enerji Ajansı
|
IMF:
|
Uluslararası
Para Fonu
|
JV:
|
Ortak Girişim
|
Mobil:
|
Standard Oil
of New York
|
OPEC:
|
Petrol İhraç
Eden Ülkeler Örgütü
|
Petrofina:
|
Compagnie
Financière Belge des Pétroles
|
Phillips:
|
Phillips
Petroleum Company
|
Sherman
Yasası:
|
Sherman
Antitrsut Act
|
SIMCo:
|
South
Improvement Company
|
Standard
Oil:
|
Standard Oil
Ohio
|
Texaco:
|
Texas Company
|
TKY:
|
Tröst Yönetim
Kurulu
|
Total:
|
Total Oil S.A.
|
UDS:
|
Ultramar
Diamond Shamrock Corporation
|
Valero:
|
Valero Energy
Corporation
|
VLCC:
|
Çok Büyük Ham
Petrol Taşıyıcısı Gemi
|
KAYNAKÇA
Kitaplar
Chernow, R. (2004) Titan: The Life of John D. Rockefeller Sr., Vitange Books, USA
Faul, J. ve Nikpay, A. (2007), The EC Law of Competition, Second Edition, Oxford University Press
Geradin, D.; Farrar, A.L.; Petit, N. (2012) EU Competition Law and Economics, Oxford
University Press, UK.
McLean, J. G. (1954) The Growth of Integrated Oil Companies, Harvard University Press,
USA
Ohmae, K. (1991) The
Borderless World: Power and Strategy in the Interlinked Economy, McKinsey
Company, USA.
Payson, S. (2014) Public Economics in the United States: How the Federal Government
Analyzes and Influences the Economy, ABC-CLIO, LLC, USA
Reinhart, C. Ve Rogoff, K. (2011) This Time Is Different: Eight Centuries of
Financial Folly, Princeton University Press, USA
Safrin, B. ve Jones, A. (2011) EU Competition Law, Fourth Edition, Oxford University Press, UK.
Wish, R. (2009) Competition
Law, Oxford University Press, UK
Yergin, D. (2011) The Quest, Penguin Books, USA
Yergin, D. (2008) The Prize, Free Press Publishers, USA
Internet
Siteleri
[1]Perakende Olmayan Satışlar (Non-Forecourt Sales): Üst pazarda
faaliyet gösteren sağlayıcı rafineriler tarafından rafinaj sonrası elde edilen
dizel, benzin veya ısınma amaçlı kullanılan yakıtların yeniden satıcılara (gaz
istasyonları ya da toptan satıcılar gibi) ya da büyük miktarda (minimum 1
tanker) alım yapıp kendi depolama tesislerinde ürünü saklayabilecek nihai
tüketicilere (lojistik şirketleri, endüstriyel kullanıcılar gibi) yapılan
satışlardır.
Perakende Satışlar (Forecourt Sales): Üst pazarda
faaliyet gösteren sağlayıcı rafineriler tarafından rafinaj sonrası elde edilen
dizel, benzin veya ısınma amaçlı kullanılan yakıtların bezin istasyonları
vasıtalarıyla araç sahibi olan nihai tüketicilere yapılan satışıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder